benim bir sorum var sayın hocam.. elma konusunda ben biraz kararsız kaldım..şaytanın meyvesidir derler ya sahi nedir esasen.. buram buram aşk tadı bırakır ağızda.. biraz şeytansal biraz tanrısal.. melek işi bu elmalar aslında.. o yüzden şeytan da melek savından yola çıkarak şeytansal olduğunu söyleyebiliriz.. ancak melekleri tanrı yarattı dersek bu defa da tanrısal oluyor.. şimdi sayın hocam!! galatya'da bu konuda ne düşünüyorlar?? ben işin içinden çıkamadım da..
bazı okurların editörümün kontrolü altında olması gereken güvenlik önlemlerini aşarak buralara kadar gelip sorular sorabilmesi, beni bir yandan tedirgin etse de esasında sevindirdi. bu durum, okurların yüksek galatya uygarlığına duydukları ilgiyi göstermesi açısından pek muteberdir. dolayısıyla editörümden ricam bu seferlik bu duruma göz yumması olacaktır ki o zaten pek gözlerini açan biri değilmiş. yalnız tekrarlanması ve sıklaşması durumunda bir taciz görünümü kazanacak bu hali bir yerde engellemek de gerekecektir, hatırlatmak istiyorum.

sorunuza gelelim. bu hafta boyunca imzamı iznim dışında kullanan gazeteye açtığım dava ile ilgili hukuki işlerle uğraşmak durumunda kaldım. bu süreçte ülkemizde hukuk işlerinin pek de düzenli ve hızlı yürümediğini farkettim. misal suç duyurusunda bulunmak için yanına gittiğimiz savcı, bizi çok iyi karşıladı, evrakları tamamlayıp bir sonraki gün gelmemiz gerektiğini söyledi. dediğini yaptık, lakin sonraki gün karşımızda odanın girişindeki isim tabelasını değiştiren hademeyi bulduk, savcımıza bakanlık tarafından açılan soruşturma dolayısıyla bir süre pijama giyecekmiş. yeni savcıyla konuştuk, durumu anlamadığını ve yoğun olduğunu üç adet imza sirküleri ve 27 adet vesikalık ile anamızın örekesini getirirsek konuyla ilgileneceğini söyledi, sözünü dinledik. yalnız evrakları tamamlayıp yanına vardığımızda hsyk'nın atama istemi dolayısıyla yerinde olmadığını öğrendik. üç gün sonra ise ilk görüştüğümüz savcıya kavuştuk, yalnız arada artık nasıl bir transformasyon geçirdiyse bu savcı da evraklarımızın yetersiz olduğundan bahsetti. bütün bu olanlardan sonra yerinden kımıldamayan savcı arayışına giriştik ve en nihayetinde aradığımız savcıyı domalan ilçesinde bulduk, davayı orada açtık. bu yoğunluk dolayısıyla galatyalı akademik çevrelerle sorunuzu paylaşamadım. artık ben elimden geldiğince konuyu aydınlatmaya çalışacağım.

öncelikle galatyalılar, sade insanlardır, kavramları afedersiniz başları kıçlarına gelinceye kadar kurcalamazlar, elma onlar için elmadır. elmaya yüklenebilecek tek anlamın kategorik olarak lezzeti olduğunu düşünürler, yani bir elmayı yargılamak için farklı sıfatlandırmalar gerekmez, elma elmadır. aynı şekilde galatya ahalisi teknik olarak bir elma resminin elma olmadığını bilirler ve bunu bilmekle övünürler -tevazu gösteriyor gibi olsalar da ben gülüşlerinden anladım.

tabii sorunuzun devamı itibariyle bir takım teolojik kavramları sıralamış olmanız beni oldukça hırpaladığı gibi galatyalı mercileri de yordu. konuyu görüşmek için yanına gittiğim galatya müftüsünün dalga geçtiğimi sanarak beni tekme tokat kovalamasını burada anlatmak istemiyorum. anlatmak istediğim galatyalıların dinsel konularla pek haşır neşir olmadıklarıdır, hatta genel olarak bir galatyalının tanrı'nın kendi yarattığı kulu kıytırık bir elma için cezalandırmasını algılayabilmesi de mümkün değildir. galatyalılar insanları sınamanın da cezalandırmanın da ve bunun bir başka tezahürü olarak ödüllendirmenin de özgürlüğün yabancılaşması olduğunu, bu yüklemler esnasında özne olan varlığın kendi anlamından başlayarak evrenin anlamını yitirmesine yol açtığını düşünürler. elma konusundaki genel eğilimler böyledir.

galatya'da konuyla ilgilenen tarım uzmanları ise elma toplamak için en iyi dönemin ekim kasım ayları olduğunu belirtmekle yetindiler. esasen yetinmediler, bana tonla bilgi verdiler toprağın bakımından ağacın ilaçlanmasına kadar, ancak ben aklımda tutamadım üzgünüm.

bunların ardından tam araştırmanın kör bir noktaya saplanıp kaldığını düşünür olmuştum ve bu işten vazgeçiyordum ki eski bir edebi metinde konunun tam üstünde duran bir parça buldum. aslında bu bir destanın parçasıydı, ama buraya destanı değil, sadece parçayı almanın daha doğru olacağı kanısındayım:

"yağıyordu sonbaharı arayan dallarından yıldızlar
elma ağacının
göz kırpan bir yaprak üşüşmesi arasında kayboluyordu elleri
ve kokular karıştı yıldızların baktığı karanlık odada
günaha girdi elma
kimbilir bu kaçıncı
günaha giren elmanın kokusu karışırken açık camdan sonbahara
ilk günahı kadar yalansızdı
masumiyeti dilleyen kırmızı elmayı aldı
günahı almak için yeşil elmayı dilledi
sonbaharı beklemekten yorulmayan elmalar kışa merhaba dedi
alı yeşili, elma bir daha ağlamaklı şarkılar söylemedi"

not: ayrıca beşiktaş adliyesine bana destek vermek için gele gele bir kişinin gelmiş olması, onun da gelir gelmez vekalet ücretinden bahsetmesi karşısında içine düştüğüm acı hali açıklamak istemiyorum, daha da ilmimden fenimden sebeblenenlere itimatım kalmamıştır.
uzun süredir çok yoğun bir çalışma içinde olduğumdan yazılarıma ara verdim. bilinen tabirle yıllık iznimin bir bölümünü kullanıyordum. elbette yıllık iznimi bile sadece çalışmalarımı daha verimli hale getirmek için kullanan biriyim, yoksa yıllık izninde geleneksel türk misafirperverliğini hiçe sayarak ve kongre turizmimimizi baltalama hevesiyle insanların kafasına ayakkabı fırlatan fırlamalardan değilim. tabii iznimin bittiği gün çok acayip bir manzara ile karşılaştım, ülke almış başını gitmiş nerelere nerelere hem de. aslında çok da şaşırmadım; türkiye çok hareketli bir ülke ve güncel olayların ciddi bir bölümünün gözümüzde özel bir değeri yok. özellikle bir kısım medya yazarının sanki ilk defa yaşanıyormuş ya da kaza değilmiş gibi çocuk ölümleriyle gün geçirmesi bana sadece esef veriyor. oysa bu değerli vakitlerini akademik araştırmalar üzerine harcasalar ortaya çıkabilecek değerlerin insanlık için yararı büyük olurdu. heyhat keyfiyet işte.

türkiye gündemi dediğim gibi çalkantılı fakat, beni asıl şaşırtan galatya gündeminin de son derece yoğun bir dönemden geçmiş olması. üstelik gündeme bomba gibi düşen hadiseler çerçevesinde galatyalı yetkililer bana defalarca çağrı atmış, acil ulaşma isteğinde bulunmuşlar. elbette galatyalı yetkililerin benim bilgi birikimimime ve akademik hassasiyetlerime güven duymaları doğal bir durum. ancak galatya'da nasıl bir sorun yaşanmış olmalı ki bana ulaşmak için bu kadar telaşa girsinler diye merak etmeden duramıyor insan. dolayısıyla ayağımın tozuyla galatya'da aldım soluğu. meğer türkçe tercüme de dahil olmak üzere çok ciddi bir danışmanlık hizmeti vermem gerekiyormuş.

olaylar şu şekilde cereyan etmiş, ülkemiz kamuoyunda author nam adıyla ünlenen ve ülkenin önemli kanaat önderlerinden olduğu sanılan araştırmacı-geliştirmeci yazar, galatya'ya iltica başvurusunda bulunmuş, yetkililer de durumu aydınlatmam için beni aramaktalarmış. author sabık bir düşünce özgürlüğü savunucusu olduğu için yurdundan kovulduğunu açıklamış yetkililere, düşüncelerini savunabileceği bir vatan aradığını, gerekli ilgi ve alaka ile karşılandığı takdirde galatya'yı vatan, galatyalıları yatan kabul etmeye karar verdiğini belirtmiş. yetkililer cümledeki yatan'ı tam anlamayıp tercüme isteğinde bulunmuşlar, fakat tercüman sıradaki cümleler içinde geçen ve türkçe bilse bile sıradan bir galatyalı'nın anlayamayacağı sözcükleri duyup kıpkırmızı olarak odayı terk etmiş. duruma anlam veremeyen galatyalılar author'a tam olarak ne kastettiğini sormuşlar, her şeyin annesi ile ilgili olduğunu söyleyince hem yurdundan kovulmuş hem de öksüz kalmış bu zat karşısında yelkenleri suya indirmişler, şefkatli kollarını açmışlar.

hiç değilse ben galatya'ya varmadan önceki haftanın durumu buydu. fakat gelişmeler öyle göstermiştir ki galatyalılar'ın düşünce özgürlüğünden anladıkları şeyin sınırları varmış. yetkililerle acil bir görüşme yaptık, haliyle kendisini yakından tanımadığımı, ancak ülkemizde düşünce özgürlüğü kisvesi altında ne tür şımarıklıklar yapıldığını, ülkenin ve insanların dünyadaki adını kirletmek için ciddi bir bölümü dış mihraklı olan türlü alçakça girişimler olduğundan bahsettim yetkililere. author nam kişinin bu tür bir insan olup olmadığı konusunda bir fikrim olmadığını ancak galatya kanunlarına saygılı davrandığı sürece sorun çıkmayacağını söyledim.

fakat ilk haftadan 17 kez bütün galatya'yı topyekun, 27.391 kez muhtelif galatyalılar'ı (önemli bir bölümü ters ilişki sayılacak şekilde) ve sayısız kere kendi anası bacısını muzır hadiselere davet ettiği için galatyalılar'ın sinirlerini bozan bu kişi, ayrıca düşünce özgürlüğünün sembolü olarak kendi tenasül uzvunun -çok afedersiniz- birebir kopyası olacak şekilde özgürlük meydanına dev bir heykel yapılmasını talep ederek galatya'yı alt üst etmiş durumda. son olarak yetkililer galatya yasalarında bulunmayan sınırdışı etme sürecini hukuki hale getirmeye çalışıyorlarmış. e kendisine ben de kefil olmayınca haz etmediler demek ki.

tabii bu uzun ayrılığım sırasında çok sayıda soru da gelmiş. onları kısmetse başka bir zaman yanıtlayacağım.
uzun süredir çpk yoğun bir çalışma içinde olduğumdan yazılarıma ara verdim. bilinen tabirle yıllık iznimin bir bölümünü kullnıyordum. elbette yıllık iznimi bile sadece çalışmalarımı daha verimli hale getirmekiçin kullanan biriyim, yoksa yıllık izninde geleneksel türk misafirperverliğini hiçe sayarak ve kongre turizmimimizi baltalama hevesiyle insanların kafasına ayakkabı fırlatan fırlamalardan değilim. tabii iznimin bittiği gün çok acayip bir manzara ile karşılaştım, ülke almış başını gitmiş nerelere nerelere hem de. aslında çok da şaşırmadım türkiye çok hareketli bir ülke ve güncel olayların ciddi bir bölümünün gözümüzde özel bir değeri yok. özellikle bir kısım medya yazarının sanki ilk defa yaşanıyormuş ya da kaza değilmiş gibi çocuk ölümleriyle gün geçirmesi bana sadece esef veriyor. oysa bu değerli vakitlerini akademik araştırmalar üzerine harcasalar ortaya çıkabilecek değerlerin insanlık için yararı büyük olurdu. heyhat keyfiyet işte.

türkiye gündemi dediğim gibi çalkantılı fakat, beni asıl şaşırtan galatya gündeminin de son derece yoğun bir dönemden geçmiş olması. üstelik gündeme bomba gibi düşen hadiseler çerçevesinde galatyalı yetkililer bana defalarca çağrı atmış, acil ulaşma isteğinde bulunmuşlar. elbette galatyalı yetkililerin benim bilgi birikimimime ve akademik hassasiyetlerime güven duymaları doğal bir durum. ancak galatya'da nasıl bir sorun yaşanmış olmalı ki bana ulaşmak için bu kadar telaşa girsinler diye merak etmeden duramıyor insan. dolayısıyla ayağımın tozuyla galatya'da aldım soluğu. meğer türkçe tercüme de dahil olmak üzere çok ciddi bir danışmanlık hizmeti vermem gerekiyormuş.

olaylar şu şekilde cereyan etmiş, ülkemiz kamuoyunda author nam adıyla ünlenen ve ülkenin önemli kanaat önderlerinden olduğu sanılan araştırmacı-geliştirmeci yazar, galatya'ya iltica başvurusunda bulunmuş, yetkililer de durumu aydınlatmam için beni aramaktalarmış. author sabık bir düşünce özgürlüğü savunucusu olduğu için yurdundan kovulduğunu açıklamış yetkililere, düşüncelerini savunabileceği bir vatan aradığını, gerekli ilgi vealaka ile karşılandığı takdirde galatya'yı vatan, galatyalıları yatan kabul etmeye karar verdiğini belirtmiş. yetkililercümledeki yatan'ı tam anlamayıp tercüme isteğinde bulunmuşlar, fakat tercüman sıradaki cümleler içinde geçen ve türkçe bilse bile sıradan bir galatyalı'nın anlayamayacağı sözcükleri duyup kıpkırmızı olarak odayı terk etmiş. duruma anlam veremeyen galatyalılar author'a tam olarak ne kastettiğini sormuşlar, herşeyin annesiile ilgili olduğunu söyleyince hem yurdundan kovulmuş hem de öksüz kalmöış bu zat karşısında yelkenleri suya indirmişler, şefkatli kollarını açmışlar.

hiç değilse ben galatya'ya varmadan önceki haftanın durumu buydu. fakatgelişmeler öyle göstermiştir ki galatyalılar'ın düşünce özgürlüğünden anlşadıkları şeyin sınırları varmış. yetkililerle acil bir görüşme yaptık, haliyle kendisini yakından tanımadığımı, ancak ülkemizde düşünce özgürlüğü kisvesi altında ne tür şımarıklıklar yapıldığını, ülkenin ve insanların dünyadaki adını kirletmek için ciddi bir bölümü dış mihraklı olan türlü alçakça girişimler olduğundan bahsettim yetkililere. author nam kişinin bu tür bir insan olup olmadığı konusunda bir fikrim olmadığını ancak galatya kanunlarına saygılı davrandığı sürece sorun çıkmayacağını söyledim.

fakat ilk haftadan 17 kez bütün galatya'yı topyekun, 27.391 kez muhtelif galatyalılar'ı (önemli birbölümü ters ilişki sayılacak şekilde) ve sayısız kere kendi anası bacısını muzır hadiselere davet ettiği için galatyalılar'ın sinirlerini bozen bu kişi, ayrıca düşünce özgürlüğünün sembolü olarak kendi tenasül uzvunun -çok afedersiniz- birebir kopyası olacak şekilde özgürlük meydanına dev bir heykel yapılmasını talep ederek galatya'yı alt üst etmiş durumda. son olarak yetkililer galatya yasalarında bulunmayan sınırdışı etme sürecini hukuki hale getirmeye çalışıyorlarmış. e kendisine ben de kefil olmayınca haz etmediler demek ki.

tabii bu uzun ayrılığım sırasında çok sayıda soru da gelmiş. onları kısmetse başka bir zaman yanıtlayacağım.
hasssiktir!

neyi unuttum diye düşünüp duruyordum ben de bir süredir. hanım yetişti imdadıma "galatya'yı ocakta unuttun bey!" diye seslendi. seslenmez olaydı. son derece dağınık, sağında solunda küller bulunan ve buna rağmen beni gayet huzurlu tutan çalışma masamın içindeki kayboluşum o anda sonlandı. galatya diye bir köy vardı uzakta ve hay bin kunduzdu!

elimdeki kitabı kapadım, değerli okurlarıma galatya ile ilgili bilgiler sunmak için yazı masama oturdum. esasen bu ikisi bir ve aynı masaydı fakat onları dil oyunları ile ayırmak hoşuma gidiyordu. fakat galatya'yı da ayırmaya kalkanlar vardı derhal duruma müdahale etmeliydim, bu hınçla klavyenin tozunu aldım. o esnada "siktiret olm kim bölecek galatya'yı, orayı zaten sen götünden uydurdun" diyen ve gevrek gevrek karşımda birasını içmeye devam eden iç sesimle karşılaşınca durdum. galatya üzerinde yazma ödevim veyahut tahrir vazifelerim bir süre böyle ertelenmiş oldu.
*****
vakt erişti. yaklaşık bir aydır galatya üzerine yazmıyorum, aslında yazmıyorum. bu arada bir yerlerde david eddings okumaya başladım. iyi bir fantezi-kurgu okuru değilim ya da hiç değilse müptela değilim. lakin bir seriyi okumaya başlayınca bitirmeden edemiyorum. velhasıl david eddings de eh mübarek yazmış da yazmış: 5 kitap belgariad (devamı var 7 kitap bulamadım daha), 3 kitap elenium, 3 kitap tamuli. okudum, bütün okuma süreci gururla söylüyorum 15 gün sürdü sadece. hayır arada başka kitaplar okuduğumu ve kütüphanede çalışmadığımı da beyan edersem bu ağırlığımca tutan ciltleri bu kadar kısa sürede okumuş olmamla şişinebilir ve dahası bu satırları takip eden kişilerde "vay anasını sürükleyici lan, biz de okuyalım" hissi yaratarak ölmüş david eddings'in servetine servet katabilirim. esasen ruhuna fatiha okumanız kendisini şu anki mekanında daha memnun edecektir lakin hiçbir kitapçı fatiha okundu belgesi getirene ciltleri vermiyor. işte o yüzden tüm insanları e-book okumaya davet ediyorum, feci şekilde yararlı. bunun yeni pırlanta gibi yazarların hevesini kıracağını ve edebiyat dünyasını zayıflatacağını iddia eden servet düşkünlerine de siktirolup gitmelerini öneriyorum, pırlanta görmemişler.
çok uzaklaştığımız konuya dönelim, bu kurgu işleri benim düşündüğüm gibi olmuyormuş efendiler. evvela öyle kıçından isim uydurup ülke kurmakla bitmiyor konu, karakterler yaratmak gerekiyor, bunların arasında kötü karakterler olması zaruri ve iki taraf arasında illa ezeli ve ebedi nedenleri olan bir kavga hasıl olmalı ki olaylar gelişebilsin. bizim galatyalı ne yapıyor, yaymış kıçını afedersin, oh sevgi ne güzel kardeşlik ne güzel. la ırzını siktiğimin galatyalı dallaması, sen öyle yayılırsan biz nasıl hadise yaratıp kitap yazıp da satacağız, sana sparhawk'ın şövalye kılıcıyla bir korum dünyan kararır, yaratık seni!

velhasıl şu vakıit itibariyle yıkıyorum lan galatya'yı. sıkıcı ülkenin sıkıcı insanları, kavga yok, garez yok, yasak yok, ne var lan ne var? bulutta yaşayan melek olsa arada dübürü kaşınır, hadise çıkarır, var mı olm öyle yan gelip yatmak. sokarım galatına da galatyasına da zaten en nihayetinde sırf hanıma hava olsun diye yazmıştım, o da anasının evine kaçtı, masa ondan dağınık ve kirli.
hunhar zalimlik, gel de isyankar olma. nasıl yıkarsın galatya'yı? hayır bu değildi.
kulağına en yakın yerden bir makas alırız, galatya'nın birasını fıçıdan içeriz. yok bu da değildi.
sevgili z. hayır hayır benim sevgili okurum var, konu bu da değildi, daha sonra belki.

doğaçlamalar için özür dilerim sayın hocam. toparlamakta bazen sıkıntı yaşıyorum, yazılarımdan anlarsınız zaten o dağınıklığı. galatya serisi benim için bir tür milat oldu. okuduktan sonra asla eskisi gibi olmadı hiçbir cümle yapım. bunun şimdilik bir çözümü yok, ama çok çabalıyorum toparlayabilmek için ve bu konuda inancım var. evet galatya serisi. her şeyden önce burası muhteşem bir durak bizim için. galatya çok güzel ifade ediliyor hocam. hem bir sürü sorumuz olacak, galatya ile ilgili. tabii bu arada biz kaç kişiyiz sorusuna henüz tam bir cevap verebilmiş değilim. ama şu an bile en az 1 kişiyiz, en fazla ise limiti siz belirleyin işte. niteliği ve niceliği sizin o akademik geçmişinizin bilim kokan ellerine bırakıyorum. bazı önemli çalışmların raflara kaldırılması değil, paylaşılması gerekmez mi? sanırım bu tartışma götürmez bir gerekliliktir. insan olabilmenin nafakasıdır sayın hocam. üstelik kitabınız basıldığında orijinal baskısını alacağıma dair söz verebilirim. "emeğe saygı yahu" diyeceğim içimden - bazı internet sitelerinde ki tezahürü şeklinde değil, temin ederim sizi- ve huzurlu bir galatyalının ne hissettiğini o an bende hissedeceğim. sürekli umulmalı bu.

soruları sonraya bırakmak isterdim ama birini sormak istiyorum. hocam, geçenlerde bi arkadaşa okuttum bu yazıları ve o meşhur bi arkadaş şunu sordu "aşağı galatya'nın suyu mu çıktı da yukarı galatya diye tutturmuş?" şeklinde amaçsız bir soru sordu ve ben şahsen elimden geldiğince cevapları sıraladım. yine de arkadaş sizden duymak istiyor ellerinizden öpsün. çalışmalarınızda başarılar dilerim.
/
tümünü göster