ideolocya örgüsü necip fazıl'ın en sevdiğim eseridir. bu eseri sayesindedir ki günümüzün sağcıları necip fazıl'dan "modernist diktatörlüğe direnmiş bir post-modern dönem filozofu" yaratmaya kalkamıyorlar. dayı, bu kitabında içindeki gericiliği öyle kusmuş ki çağın tüm değerlerini ayaklar altına almadan necip fazıl güzellemesi yapmak imkansız hale geliyor.

mesela demokrasiyi cahillerin iktidarı diye niteliyor dayı. sokratesle dağdaki çobanın oyu nasıl eşit olabilir diye sorup elitizmin açık savunusuna girişiyor. alternatif olarak da aydınlar aristokrasisi ismini verdiği bürokratik bir oligarşiyi öneriyor. islamcı ideoloji ile gençliğinden itibaren püritence yetiştirilmiş kadroların diktatörlüğü. bu kadrolara başyüceler deyip savunduğu nizama da başyüceler devleti diyor. (sandığı kabe belleyip etrafında dönen zamane sağcısı nasıl sahip çıksın necip'e? başyüceler muhabbeti islamcılığın sandığın dibini kazıdığı dönemin ideolojisiydi)

ve bu girizgahtan sonra orwell'a kalemini kırdırıp disropyacılığı bıraktıracak bir kara ütopya yazmaya başlıyor üstad.

sinemaya sansür. her filmin senaryosu sansürden geçecek. ancak rejimin davasına uygun filmler çekilecek.

basın özgürlüğü yok! basın rejimin davasını eleştiremez.

üniversite özgürlüğü yok. üniversitenin amacı batıyı fen bilimlerinde yakalamak. felsefe ve sosyolojiyle ise ancak batının içine düştüğü yanlışların tespiti gayesi ile ilgilenilebilir.

ermeni, rum ve yahudiler yurt dışına sürgün edilecek. ülke sadece türk ve müslümana kalacak. (kürdün zaten varlığından habersiz üstad)

kadın örtünmeye mecbur edilecek.

ve bu kaba hatlardan sonra oturuşumuzdan kalkışımıza, yediğimizden içtiğimize, boş zamanımızdaki etkinliklerimizden başka insanlarla etkileşimimize uyulması gereken nice başka gerici kural.

eğer üstad bu eserini yazmasaydı emin olun, kemalist istibdada direnmiş bir insan hakları savunucusu diye başımıza çıkarırlardı necip'i