le jeune karl marx
genç karl marx (le jeune karl marx) hakkında beklentilerimi zaten düşük tutmuştum. ama yönetmen kendimi hazırladığım hayal kırıklığının da ötesinde kötü bir film çekmeyi başarmış. tebrikler.

bir biyografik filmden ne beklemeli seyirci? bu soruya cevap verebilmek için önce "ne beklememesi gerektiğini" cevaplamalıyız. bir biyografik filmden, filme konu olan kişinin yaptıklarını ve tarihte oynadığı rolu ayrıntılarıyla öğrenmeyi beklememeli seyirci. bunun için wikipedia var. (gerçi artık türkiye'de yok) eğer okumaya üşeniyorsanız izlemeniz için belgeseller var.

biyografik filmin görevi, söz konusu tarihi şahsiyetin ansiklopedi sayfalarına hapsolmuş ruhsuz hayatına ruh üflemek, kuru sayfalarda ardarda sırlanmış manasız gibi görünen eylemlerine "insanca" bir mana yüklemektir. ben spartaküsün neler yaptığını ansiklopedi sayfalarından öğrenebilirim.. ama spartaküs'ün eylemlerinin arkasındaki insanca motivasyonları öğretemez bana ansiklopedi. biyografik kurgu da burada devreye girer. kişiye mümkün olan en derin ve gerçeğe en yakın kişiliği verebildiği ölçüde başarılıdır biyografi.

genç karl marx'ın sıçtığı yer burası. film bitti. ama ben kendimi marx'ı daha yakından tanımış hissetmiyordum. iki saat boyunca sivri dilli pejmürde bir adamın ordan oraya koşmasını izledik. fakat nereye neden koştuğunu bir türlü anlayamadık. perdede motivasyon kaynakları belirsiz, çelişkileri tutarsız, hedefleri muğlak kötü yazılmış bir karakter vardı. film, biyografik bir filmden en başta beklediğim görevi yerine getiremiyordu.

denilebilir ki "film marx'ın mücadelesini anlatmış yeni nesillere işte! daha ne isyiyorsun?"

iyi de film bir belgesel olarak ele alınca da sıçıyor ki. kendinizi 19. yy. sol siyasi tarihine yabancı bir seyirci olarak hayal edin. (ki eğer belgesel bazında değerlendireceksek filmi hedef kitlemiz onlar olmalı.) bu seyirci gerçekten marksın mücadelesi hakkında bir fikre sahip oluyor mu? yoksa 19. yüzyıla ait kişi ve örgüt isimleri, kavramlar olaylar aralarındaki ilişkiler yeterince vurgulanmadan seyircinin üzerine boca mı ediliyor? seyirci iki saat boyunca anlamsız bir "sol jargon" kakafonisine mi maruz bırakılıyor?

kendimizi o seyircinin yerine koyalım ve filmi tekrar düşünelim. kitaplardan öğrendiğiniz herşeyi unutun. sadece film...

şimdi marx diye bi adam var. genç yaşta bi şeyi ayaklarının üzerine oturtmuş. ama bi şey eksikmiş. ne tam bilmiyorum. işçiler herhade. engels gelince onu anlıyor. ama bu işçilerle napacak belli değil. sosyalizm herhalde. ama diğerleri de sosyalist. marks onlara niye düşmen? proudhon diye bir adam var. önemli biri galiba. marx onu seviyor gibi ama düşman gibi de. tam anlamadım. eşitlik ligi var. önemli bu. marks buna üye olmaya çalışıyor. neden önemli belli değil. sonra engels ajitasyon çekiyor. millet gaza gelip birliği bunlara veriyor. braveheart gibi. sonra marksa bi kitap yazdırıyolar. sonra film bitiyor.

gördüğümüz gibi film belgesel bazında değerlendirince de sıçıyor.

peki yurdum solcusu bu filmi niye sevdi? niye olacak aşağılık kompleksinden. tüketim kültürünün pompaladığı popüler sinema karşısında toplumcu gerçekçi sanat o kadar ağır ezildi, tüm mevzilerinden öyle şiddetli sökülüp atıldı ki, yurdum solcusunun içinde marx, devrim manifesto falan geçen bir filmi sevmeme ihtimali kalmadı. sonuçta bizim mahallenin filmiydi. sahiplenilmeliydi.