l'attentat de sarajevo
perec'le arama uzun ve belirsizlik içinde bir yaz girdi. ardından sıkıntılı bir toparlanma süreci izledi bunu; dünyanın en değersiz dertlerine sahiptim, hayatım bir süreliğine durdurulmuştu ve kayıp zamanlardan biri dahaydı; beklemekten başka yapacak hiçbir şey yoktu. kasım sonunda, bir akşam, hediye etmek istediğim bir kitap için kitapçıya girdim ve başka bir rafta başka bir şeyler aradığım halde gözüm birden kendisine takıldı. "nasıl ya" diye sayıklayarak olduğum yerde bir süre kaldım. şaşkınlık, hiç beklenilmeyen bir güzellikle geldiğinde tabi, insana en iyi gelen, onu adeta yenileyen bir duygu ve perec, yazarak yarattığı şaşkınlıklar yetmiyormuş gibi, ölümünden neredeyse kırk sene sonra, bana hayatımın en güzel duygularından birini daha yaşatıyordu. öyle ki, o da bir yerlerden izliyor ve gülümsüyor gibi geldi bana; o kadar değerli, o kadar unutulmaz bir andı bu.

anlaşıldığı ve ayberk erkay'ın da önsözünde belirttiği üzere, "talihin ve edebi tarihin, georges perec edebiyatını tamamına erdirme, noktalama, çerçevelendirme girişimlerinden biri daha boşa çıkmış bulunuyor"du ve "saraybosna suikastı", gün yüzüne çıktıktan iki yıl sonra ve dilimizde basılalı bir ay bile olmamışken beni ayağına çağırmış, daha ben onu duymadan o beni bulmuştu işte. öykünmeye, kıskanmaya, kendimle özdeşleştireceğim bir yönünü aramaya dahi kalkışmadığım halde, saygıdan ve hayranlıktan başka sunacak bir şeyim yokken, zamanın, mekanın ve eylemin hiçbir yerinde kesişmediğim bu adama kalbim en çok neden ve neresinden bağlı bilemiyorum, ama sevgi diyorum, sadece var olabilen bir şey ve o var olduğunda işler de böyle yürüyor elbette.

değersiz hayatımı, onun adanacak cesareti her daim gösterdiği şeylerin yalnızca hayalini kurmakla, ben de özümde öyleymişim gibi yapmakla geçirdim. bunu inkar edecek halim yok. bende eksik olan şey sadece cesaretmiş gibi de yapmayacağım. ama her şeye rağmen, neresinden bakarsak bakalım, asla değiştiremeyeceğimiz gerçeklerden biri şükürler olsun bu ki; geleceği bilemeyiz. mesela ben bu yazıda daha çok kitabın kendisinden, kendi hikayesinden ve anlattığı hikayelerden bahsedeceğimi sanıyordum. perec'in bunları yaşadığı yaşlardan, benim içine doğduğum ve hiç çıkmadığım o eylemsizlikten, o'nun "kaç git, eyleme geç, kendini boşluğa bırak, hatalar yap, her şeyi berbat et." diyerek çıktığı ve "sevinçten delirmek üzereydim çünkü sonucu ne olursa olsun en büyük engellerimden birini aşmayı başarmıştım." diyerek döndüğü yolculuklardan bahsederim ve bunu konudan sapmadan yaparım, belki en fazla "üstat biz bunları yapınca elimizde sadece berbat edilmiş şeyler kalıyor, yaratılmış şaheserler değil." derim sanıyordum ama geleceği bilemiyoruz işte.

çünkü sonra, bir sabah, öyle birdenbire, ne yapacağını değilse bile nereden başlayacağını bilen biri olarak uyandım. masamın üzerine kim bıraktı o ilk paragrafı bilemiyorum ama, bu bir şekilde benim de hikayem oldu. hakkını vermeyi sadece ummayalım, planlayalım da. başlığın hakkını teslim ettikten sonra elbette:

saraybosna suikastı: perec'ten bir "ilk roman" daha.

perec'ten, bildiğimiz gerçekliğe bir müdahale daha.

(ilgili bkz: georges perec)