vakit gece yarısını biraz geçmiş. ekiptekiler servisteki yerlerini çoktan almışlar. kim olduğunu hatırlamadığım biriyle birlikte en sona kalıyor ve aracın yanına vardığımda abimin etrafta olmadığını fark ediyorum. hızlı adımlarla binanın etrafını dolaşıp ön tarafına geçiyorum. işte orada. betondan bir yükseltinin üzerinde oturuyor. orada olacağını nasıl biliyorsam, yanına gittiğimde öylece duracağını da aynı şekilde biliyorum. bir şey söylemem gerekecek. orada ne yaptığını sormam, kalkmasını istemem gerekecek en basitinden. ama bunu doğru biçimde yapamayacağım. ne zaman bir şeyi doğru biçimde yapmam gerekse, hiçbir şey yapamam bu yüzden. yeterince derdim vardı ve sözde bana destek olmak için gelmişti ama şimdi sağlam yerim kaldıysa onu da kendisi kırmak istiyor herhalde diye düşündüm ve bu düşünce önce öfkeye, ne yapmayacağını iyi bilen öfke de ne yapacağını bilemeyen bir acıya dönüştü.

ben o hale gelince olduğum yerden kaçıp bilmediğim bir yerlere doğru koşarcasına yürürüm. ayaklarımın ağrısı dayanılmaz oluncaya dek. yeterince ağrıdıklarında bir yer bulup otururum. beynim daha yavaş çalışmaya ve her şey daha korkunç görünmeye başlar. ruhum bedenime dönünce uzaklaştığım yere geri dönmem gerektiğini söyler ki en kötü tarafı da budur. o gece, büyüklüğün bende kalması için yanlış bir zamandı. yine de, o arkamdan gelmeseydi, kesinlikle belki dönerdim.

daha birkaç yüz metre bile uzaklaşmamıştım. binanın bulunduğu bahçeden çıkıp biraz ilerdeki parkın bir tarafından girmiş, yolumun üstünde alkol almakta olan birkaç adamı görünce diğer tarafından hızla çıkmaya cesaret edememiştim. halbuki ilk saniyelerde gerçekten de canınızdan bile vazgeçmiş gibisinizdir, mümkünse sokaklarda geberip gitmek istiyorsunuzdur. ama işte aklınızdan geçmemiş olan ufacık bir şey planlarınızda her şeyin olmadığını yüzünüze çarpar ansızın; neden orada olduğunuzu bir anda fark ettirir. oradaydım çünkü arkamdan gelmesini istiyordum. ben onun minik kız kardeşiydim ve gelip koluma yapışmaktan başka çaresi yoktu. oysa şimdi adımlarım ne kadar yavaşlamış olursa olsun, birazdan o adamların önünden geçmek zorunda kalacaktım. tanrım; ayaklarımın ucuna gölgesi düştüğünde ve koluma yapıştığı o titreyen anda; sarılmak ve kabahatimin ne olduğunu bile bilmediğim halde özür dilemek için döndüğümde ona, yaşadığım hayalkırıklığını; kim, nasıl, yarattığın hangi çağda, ne tür bir cesaretle anlatabilir?

"hey!" dedi.

burada ne işi var? daha doğrusu, burada bir işi olması gereken o mu? bi kızı sevgilisinin koruyacağı yaşta mıyım ben, o kadar büyüdüm mü? benim lanet olası bir abim var tamam mı? şu ilerdeki binanın bahçesinde oturuyor. askerden izne geldi beni görmek için. hem de birkaç günlük izin için neleri göze alarak. ama şimdi aramızda ne olduğunu bilmediğim bir sorun var. sorduğumda da zaten bana cevap vermiyor. ben son zamanlarda biraz değiştim. ilk defa birine yalan söyledim ve her şey gibi bunu da anlattım abime. ben ona bir sır verdiğimi sanıyordum ama o dün akşam sofrada yemek yerken herkesle paylaştı bunu. "ikimizden birine yalan söylüyor haberin olsun" dedi bu çocuğa, "seni sevmiyormuş." ben bir şey söylemedim. sadece sofradan kalktım. çocuk da kalktı. hepsi o kadar.

"burada ne arıyorsun?"
"sen ne arıyorsan."
"ben bir şey aramıyorum."
"güzel."
"..."
"..."
"git burdan."
"giderim ama bi şartla..."

kabul etmeme imkan yoktu.

***

yarım saat kadar konuşmadan yürüdükten sonra durup bir evin bahçe duvarına oturuyorum. cüzdanım ve telefonum abimde, bu da ilerleyen saatlerde istesem bile evime gidemeyecek olduğum anlamına geliyor. o'na bu planı bozacak bir şeyleri olup olmadığını soruyorum. cebinden, sonradan "fazla bir şey yoktu" diyeceği bir miktar parayı çıkarıp bahçedeki ağaçların arasına fırlatıyor. bunu salakça buluyor ama o'na söylemiyorum, birinin benim için böyle salaklıklar yapabiliyor olması hoşuma gidiyor. şu anda kafamız bi dünya, ama bir saat kadar sonra sigara diye bir şeye bağımlı olduğumuzu hatırlayacağız. ben kocaman bir hassiktir eşliğinde, geri dönüp parayı alma fikrini mümkün olan en acıklı şekilde ileteceğim, elbette, ama hem cebinden çıkardığı son iki sigara, hem de "bir şeyi yapacaksak düzgün yapacağız, sigara zaten o yokluklar listesinin başında olmalıydı" biçimindeki haklı meydan okuyuşu, olası ısrarımı kolaylıkla kesecek. zaten böyle şeyleri düşünmek için yeterince soğuk bir gece olacak. sokaklarda kimsenin olmadığı türden, ıslak bir kış gecesi.

beşevler. ikimizin elleri de o'nun ceplerinde. tandoğan. maltepe. demirtepe'de donduran bir rüzgar çıkıyor. metronun merdivenlerine inip oturuyoruz. saat üçü biraz geçiyor ve şimdiden dersimi aldım. eve gitmeliydim. yürürken daha az üşüyorum, bu yüzden kızılay'a giden yolu tamamlıyoruz ama artık bir de uyku sorunum var, çok geçmeden bütün vücudumu esir alıyor. bir tek adım daha atmak istemiyorum. o'nun evi yürüyebileceğimiz kadar yakın, bana sıcak bir yatak teklif edip duruyor, sıcak bir yatak için herkesle tanışabilecek durumdayım ama annesiyle tanışmak istemiyorum. karanfil sokaktaki banklardan birinde üşümeyen ve hiç uyumayan bir teyze var, karşısındaki banka oturuyoruz. onunla komik bir şeyler konuşurken bana sımsıkı sarılıyor, daha az üşüyorum hatta biraz zorlarsam uyuyabilirim bile ama zorlamıyorum. ceplerinden birinde o zamanki parayla beşyüz lira buluyor. neredeyse sevineceğiz ama bu saatte o parayla alabileceğimiz hiçbir şey yok. birden, "bizim sokakta bir fırın var" diyor. aç değilsek bile, vakit geçirmeye yarayacak bir hedef fikri o fırını ölmeden önce gidilmesi gereken ilk yer yapmaya yeter. paramızın hatırlamadığım bir kısmıyla sıcak bir ekmek alıyor, bölerken bir serveti bölüşüyormuş gibi neşeleniyoruz. kendi payımla ellerim ısınınca garip bir mutluluğa kapılıyor, kikirdemeye başlıyorum. sonra ilk lokma ile ikincinin arasında, ayaklarımın üstünde yükselip öpüyorum o'nu, aptallaşıyor. birbirimizin haline bakıp gülüyoruz o yol ve o cadde bitinceye kadar. tunalı hilmi'de bir sokak köpeğiyle arkadaş oluyoruz sonra; ben bir alışveriş merkezinin merdivenlerine oturup onları seyrediyorum, onlar yıllardır arkadaşlarmış gibi keyifle boğuşuyorlar.

hava yeterince aydınlandı, ama tekrar yola koyulduğumuzda vakit pek çok şey için hala erken. tüm bunlar yetmiyormuş gibi bütün gün provamız var. atölye birkaç saat içinde açılacak, binanın içine girip diğerleri gelene kadar kestirme fikri aklıma bir güneş gibi doğuyor. o para alıp dönmek için evine gidiyor, ben kendimle kalınca saniyeler içinde uykuya dalıyorum. sonra ne kadar uyuduğumu bilmeden gözlerimi açıyorum. yanımda biri oturuyor. yarı aydınlıkta zorlukla seçiyorum. abim. gözlerimi görüntüyü düzeltecek kadar ovuşturduktan sonra kalkıyorum yerimden. dışarı çıkıp yürüyorum bir süre. üst geçide tırmanıp üstten ikinci basamağa oturuyorum. akşam saatlerinde alper burada oluyor genelde, şimdi yok. bi akşam ben yine burada otururken yanıma gelip oturmuştu. sarhoştu. genelde sarhoştur. bana somurtmayı kestirecek birkaç hikaye anlatmıştı, gülüşü çok çirkin ama kendisi çok güzel olan bi kız hakkında. sonra, okulu nasıl ve neden bıraktığı filan, bunun gibi şeyler. oturduğumuz basamağın mülkiyeti konusunda bir süre tartıştıktan sonra ben basamağı ona hediye ettim. o da bana istediğim zaman gelip oturabileceğimi söyledi. o zamandan beri yalnız kalmak istediğimde buraya geliyorum. alper çoğunlukla buralarda oluyor ama kimsenin yalnızlığını bölmüyor o. daha da yalnız kalmak istersem kalkıp gidiyor filan. ama şimdi, sabahın bu saatinde, yalnızlığımı bölecek türde biri, yanıma gelip oturacak yeniden. epeyce sustuktan sonra ona geceyi nerede geçirdiğini soracağım. "aşti'ye gittim" diyecek. gülümseyeceğim. "seni akıllı piç."

kalkıp evimize gidecek ve bıkana kadar uyuyacağız.

***

gece: 2002, ankara
metin: 2009, istanbul
2021 adult version: https://www.youtube.com