eski anıları karıştırırken, bir saman kağıdın hüznünde, bir kaç eski satıra yakalanıyorum.

"sadece ve sadece ölmemek için gidiyorum.
hiçbir zaman benim olmayan ailem;
hiçbir şey için,
hiçbirinizi,
affetmiyorum!.."

yılların eskittiği o bıçaklara, o sırtlara, buruk bir gülümseyiş serperken, bir filmin unutulmaz sözlerini fısıldıyorum sonra;

"affettim tabi... affetmez mi insan?.."
kullanım sınırları akılcı değil de duygusal tepkilerle çizildiği sürece korkunç genişliklere varabilen, hem başarana hem de muhatabına büyük zararlar verebilen bir şeydir affedebilme yeteneği. aman da erdemdir, büyüklüktür, bilmem nedir de nedir... bütün bu yapılagelmiş tanım zırvaları, insanlar birbirlerini becermeye devam edebilsinler diye var, herkesin bir diğerine karşı yalnızca bir yamuk hakkı olsaydı evrende işler nasıl da sarpasarardı düşünün.

şekil itibariyle incelemek lazım önce, nedir ki affetmek sahi? birini, yaptığı bir yanlıştan ötürü cezalandırma hakkından vazgeçmek demektir aşağı yukarı. ortada somut bir ceza imkanı varsa bunu anlayabilirim, peki ya istemeden verilen cezalar? tamamen tepkisiz bırakabiliyor muyuz yapılan bir yanlışı, her yönüyle? peki ya karşımızdakine düşen payı azaltmak adına kendimize de kestiğimiz cezalar? unutulmayan şeye affedilmiştir denilebilir mi? bir şeyin "affedilmiş" olması için tam anlamıyla nasıl bir durumun oluşması gerekir?

sığ ama kolay anlaşılır bir örnekle; sevgiliniz tarafından aldatıldınız. size aşık olduğunu iddia eden o gerizekalı çok ağladı zırladı ve sizi de zaten onsuzluk ilk aşamada zorlayacağından, yani biraz da işinize geldiğinden, affedeceksiniz diyelim. olabilir. affetmek paylaştığınız şeylere aynen devam etmek gibi bir şey mi? ilişkiyi sürdürmek mi oluyor yani bu örnekte? anlamaya çalışıyorum...

gerekçeniz her ne olursa olsun (verdiğiniz emeklere yazık olmasındır mesela, kaç yıldır berabersinizdir de kanına girmişsinizdir birbirinizin, bravo, bitmesin, sizde de biraz kabahat vardır canım zaten ilgisiz bıraktınız çocuğu, hem sadece tek gecelik bişeymiş, aşık olmadıktan sonra ne olur yani, nereye gitse sizin değil mi o, ruhu size ait olduğuna göre bedenini ödünç almış biri altı üstü, tekrar yapmayacağına dair de yeminler ediyor, çok pişman, bu kadar basit mi canım bunca şeyi silip atmak? ya çekeceğiniz acılar, onsuzluk fikrinden daha mı kötü bunları hiç yaşanmamış saymak?) kendinizden gizli ya da bilinçli, farketmez, işte bütün o kolaycı bahanelere yenildiğiniz anda, karşınızdaki salağa dahi bir miktarı düşen haksızlığın, dik alasını kendinize karşı itinayla uygulamış bulunuyorsunuz demektir. sizi temin eder ve üzerine her türlü bahsi oynarım ki o boynuzla yaşamayı öğrenmeniz yakındır. o salağın yokluğunun acısından kaçmak için yitmesini görmezden geldiğiniz o saygı, size yol, su, kablosuz internet, daha çok sayıda ve daha janjanlı ihanet olarak geri dönecektir.

aynı duyguları tekrar aynı yoğunlukta yaşayabiliyor, olanları düşündüğünüzde duygusal olarak hiçbir sızı duymuyor iseniz, işte o durumda kelimenin tam anlamıyla "affetmişsiniz" demektir, ki sizi tebrik ederim. ancak şu çeyrek yüzyılı aşan ömrüm boyunca hayattan bir şey öğrenmişsem o da şudur ki; sizin gibiler hayatta en kolay ve bu yüzden en çok becerilen kesimi oluşturuyorlar. gerçekten üzüldüm sizin adınıza...

insanlara çok kolay değer verebilen biri değilim, çok fazla değer verdiğim insan sayısı da iki elimin parmak sayısını bulmaz, yani biri tarafından kolayca incitilebilecek biri değilim, bana yapılan şerefsizlikler genelde koymaz, koymayacağı da çok iyi bilindiğinden, girişimde bulunan insanlar kırk yılda bir görülüyor, yani çok sayıda bıçak yok sırtımda, ama olanlar çok iddialı ve bütün o iddialı bıçakların her birini bu affedebilme yeteneğinin sınırsızlığı yüzünden almış biri olarak size, her satırını sıkıntıyla yazdığım bu konudan bir an önce uzaklaşmak için özetle söyleyeyim; öfke, kızgınlık, kırgınlık gibi şeyler çok çabuk geçiştirilebildiğinden, insanlar bu tür durumlarla baş etmeyi sayenizde çok kolay öğreniyorlar! kafanızı kırıp kenara çekildikten sonra ağrınızın geçmesini bekliyor, yeterince iyi hissettiğinize emin oldukları anda da karşınıza dikilip ya ne olur affet bilmem ne oldu o sırada, sarhoştum, dalgındım, dikkatsizdim, dim dim bi ton bahane üretiyorlar affederken kullanabilin diye. sadece onlar olsa iyi, "ama o seni çok seviyor bunu biliyorsun", "bana mükemmel bir baba göstersene", "ama siz adeta birbiriniz için yaratılmışsınız, çok acı çekiyor ve çok pişman o da" gibi bi ton zırvalık sayıp döken üçüncü kişiler de cabası. skiim topunu. dostunuz olsalar böyle ibnelikler yapmazlar, bütün kalbimle söylüyorum! zaten sevdiği için acı çeken yanınıza ihtiyacı olanı veriyor, işin kolayına kaçmada sizi destekliyorlar. aynı darbeleri tekrar aldığınızda yanınızda olacaklar mı çok merak ediyorum, hala görüşüyor olacak mısınız acaba.

ben aynı insana gösterilen hoşgörü sayısı konusunda dünya rekoru kırmaya aday olabileceklerden biriydim. bununla baş etmek o kadar güçtü ki, hem hiçbir şeyi unutamayan, hem de asla kin tutamayan biri olarak yaşamak... her seferinde bir daha düşmemeye yeminler edip aldığı darbeyle yıkıldığı yerden ayağa kalkar kalkmaz, yine elinde kalanları tekmeyi indirene uzatan bi gerizekalı olarak yaşadım upuzun yıllar boyunca. neler denemedim ki, memento'daki gibi notlar alınmış, "falanı unutma!", "bak falan filan oldu!" gibi şeyler yazılı küçük kağıtlar kaç zaman asılı durdu etrafımdaki duvarlarda, onların her biri kaç gün boyunca bir şey ifade edebildiler en fazla, bilmek ister miydiniz? hayır, çünkü böyle delice şeylere gerek olmaksızın, zaten aklınıza/kalbinize kazınmış şeylerin dahi ne denli kolayca affedilebildiğini siz de benim kadar iyi biliyorsunuz. tanrı hepimizi bağışlasın ahah.

insanların ne gibi şeylerden sonra dahi "beni affet" deme cüretine sahip olabildikleri hakkında çok fazla şey bilmeyenler, yatıp kalkıp kindarlıklarına şükretsinler.

misal ben terkedilen yere kaç kez geri dönülür, aynı umuda kaç kere yenilinir, ve her defasında ders almış göründüğü için yeniden şans verilen bir insan, nasıl bir ucubeye dönüşür, hepsini çok iyi biliyorum. ve diyorum ki, daha ilkinden vazgeçin bundan. o yol çok uzun ve çok zavallı çünkü. olan yalnızca size oluyor ve kaybettiğiniz her şey için hakikaten de yazıktır. bütün o geri dönüp sarılmalar olmasa alacağınız yol ne olurdu, hesaplayacak olursanız daha şimdiden acırsınız kaybettiğiniz her şeye. affediciliğinizin sınırları akılcı olsun, duygucu değil! unutmayın o kesiğin ne kadar can yaktığını, çünkü çok çabuk kapanacak. ve aynı yerden kesildikçe her seferinde daha çok acıtacak.

ayağınıza basanı, randevunuza gecikeni, doğum gününüzü unutanı, ne bileyim böyle şeyleri affedin. bunun gibi şeylerin "affedilirliği gerçek" bir sürü sebebi olabilir çünkü. ama şerefsizliğin büyük-küçük hiçbir türünü affetmeyin, bunun bahanesi olmaz. şerefsiz, yaşadığı her yeni günde eskisinden daha da şerefsizdir. orospu değil ki hamama götürüp kırk tas su dökesin.

içim bunaldığı için kesiyorum;

bir insan bir şeyi yapmışsa, tekrarlayacak olma olasılığı %99'dur.
ikinciyi yapanın üçüncüyü yapma olasılığı ise, hadi bilin kaç.
unutmayın, affetmeyin.
affedilmemesi gereken şeyler yapmayın, yapmışsanız da af dilenmeyin. kendini bağışlama densizliğini göstermeyen suçluya bi saygımız kalıyor hiç değilse.

ha bir de bilimsel olmayan bir gerçek; bir gerizekalıyı ne kadar çok sevmişseniz, o kadar düşük bir ihtimalle affedebilirsiniz. bu yazının yazılmasına sebep olan delal dink'in "sonsuz hoşgörü"süne saygılarımı sunarak.
şüphe yok ki affetmek en fena intikam çeşitlerinden biridir. diyelim ki bir insan zatınızın zemzem kuyularına işedi. bu bir hatadır dersiniz ve gerekli cezayı vererek yahut hoş görüyü göstererek bir daha yapmaması hususunda diş gösteririsiniz.

kişi eğer akıl sahibi bir kişiyse ve size karşı saygısı varsa bir daha o hatayı tekerür etmekten kaçınacaktır.

fakat bir çok zaman kişi yahut kişiler o sikletteki hatayı tekrardan tekerür edeceklerdir. ya cezayı siz kesersiniz yahut affederek ve kırmızı kartı göstererek tribünlere gönderirsiniz ve onu affedersiniz.

gün gelir ki kişi yapmış olduğu hatadan dolayı kendi kendini yargılamaya başlar. bu yargılama en halis muhlis engizisyon mahmekemesinden daha beterdir. hiç bir beraat karar çıkmaz kişinin kendisinin sanık, yargıç, cellat, savcı, mahkeme salonu vesaire olduğu mahkemede. cezalar öldürmez süründürür. yudum yudum ölümü karşılarlar ve can çekişirler. bu can çekişme fizikman değildir. ruhani bir can çekişmedir.

sanki kaynar kazana konulmuş patates gibi kişi kaynar kaynar ta ki yok oluncaya kadar. ama yok olmak o kadar uzun sürer ki.

tanrının eline canlı canlı düşmekten daha fenadır bu pozisyon. en fazla sizin verdiğiniz yargıyla 10 gün hapis cezası yiyecek olan birey kendine en hazin cezayı reva görür.

insanın kendi mahkemesi ve kendini yargılaması kadar kötü birşey yoktur. negatif subjektivizm ile birey darma duman olur.

peki diyeceksiniz ki bu ne zaman olur? suçlunun kendine caze vermesi için ne kadar zaman gerekir?

işte ben bunu size diyemem fakat bunun olduğunu senelerdir görüyorum. cenazelere gidiyorum en ummadığım kişiler merhumların arkasından allak bullak olmuş suratlarla mücrimleştiklerini görüyorum. son pişmanlıklarının beyhude olduğu halde çarmıhlarını sırtlarında taşıdıklarını görüyorum.

vel hasıl-ı kelam affetmek silahını pek kullanmaya bakın, karşınızdaki kişi size yanlış yaptıysa bokunu çıkarmadan ufakta olsa ceza makbuzu kesip yallahlayın. makbuzu öder yahut ödemez onun bileceği iştir. ama cezanın faizlerini katmerli katmerli öpe öpe ödeyeceği aşikardır.
ruhunu özgür bırakmaktır affetmek.

o kadar uzun yıllardır yaşıyorum ki hayatı, bazen bir asır geçmiş gibi geliyor yorgun bedenime. sonra dönüp bakıyorum ki bırakın asırı yarısına bile ulaşmamışım. bu kez şaşırıyorum. madem bir asırdır yaşamadım nedir bedenimdeki bir asırlık yorgunluk diyerek sorguluyorum yaşadıklarımı. bakıyorum ki yorgunluklarımın nedeni; ihanetler, hak edilmemiş davranışlar, bunları sürekli zihnimde tekrar tekrar yaşamam olduğunu fark ediyorum.

yaşananların yorgun düşürdüğü bedenimi hafifletebilmek için son on yıldır çözüm yolları arıyorum. tıpkı balonun hafifleyip yeniden gökyüzüne yükselebilmesi için kum torbalarını teker teker atması gibi anılarımda affedemediğim kişilerle hesabımı kesiyorum. yıllardır nasıl intikam alabilirim diye veya canımı acıtanların canını acıtma planları yaparken yorulmuşum meğer ben. madem ben yorgun argın yaşamıma devam ederken onlar hayatlarına gülümseyerek devam edebiliyorsa ben niye yaşananların ağırlığını taşıyıp kendime işkence edeyim ki.

hesabımı kesip affediyorum. öyle hafifliyorum ki gülümsediğimi fark ediyorum yeniden hayata. ilki çok zor oluyor. affettiğimde kendime ihanet edeceğimi sanırdım. ne kendime nede yaşananlara sırtımı dönmeden hesabımı kesebiliyorum artık ve fark ediyorum ki affettikçe hafifliyor, hafifledikçe büyüyorum.