sevgili we,

sanırım beden yaşımla uzaktan yakından alakası olmayan bir beyin yaşım var. beş mi yoksa ellibeş mi bilemiyorum. ikisinin arasında pek fark yoktur ve bilmemek bildiğini zannetmekten iyidir gibi geliyor.

eğer bir başkası olsaydım, kendime bir kenarda oturup seyretmekle yetinmesini söylerdim. ama yapamam we. yaşamayı çok seviyorum. yaşamayı kimse benim kadar sevemez gibi geliyor.

hayallerimizle,
still.
sevgili we,

başlarına bir şey gelecek diye birazcık daha az sevmeye çalıştığım şeylerle yaşıyorum. böyle bir hayatla iyi gene yaşıyorum we. bu kadar yaşamak insanı öldürebilir.

bdd, kuzey izmit.
sevgili we,

önce sabah olmasını bekledim. sonra akşam olmasını. bir başka sabahı, hatta gerekirse onlarca sabahı daha bekleyebilecek durumdaydım üstelik. ilk defa, "sonra konuşmalıyım" dediğimde kendi sözümü dinleyebildim we. bunun ne kadar iyi ya da ne kadar kötü bir şey olabileceğini geçelim; demek ben bile büyüyorum, sonunda.

burada geçen onca yıldan bahsedebilirim. burada ifade özgürlüğü olmayan tek yazar olmaktan bahsedebilirim. başka bir ton sebeple birlikte içimi döküp, -yaptığım şeye de zaten yazmak denilemese bile- neden yazamadığımdan ve daha da kötüsü neden artık hiç yazamayacakmış gibi hissettiğimden bahsedebilirim. son zamanlardan, olanlardan ve olmayanlardan, dışardaki dünyanın burayı dönüştürebilmesine duyduğum hayretten, benim gibi birine dahi susmayı öğretebilecek türde hayalkırıklıklarından, her şeyin öncesinden, her şeyin sonrasından, birdenbire acı bir gerçekliğin ortasına düşmenin nasıl hissettirdiğinden, hayal kuramamanın neye benzediğinden, kız ve çocuk ve kedi ve başka diğer bisürü şeylerden, bahsedebilirim ve bu böyle sabaha kadar sürebilir.

ama we, gerçekçi olacağım çünkü bu ara başka türlüsü de gelmiyor zaten elimden; biliyoruz ki bunların hiçbirinin bir önemi yok.

buradan kurtulmayı hepimiz isteyebiliriz we. kapatıp gitsek derin bir oh çekebiliriz belki. ama yarattık bir defa. olanlar oldu. yazılanlar yazıldı. olmamış gibi yapamayız. yapabilenler çok güzel insanlar, hepimiz değiliz ama. ben bu ellerle buna bir son veremem. bunca şeyden sonra. böylece duracak burası daha, başka insanları bulaştırmayabiliriz artık en fazla, ama bu haliyle duracak, yazmak isteyen yazabilsin, bakmak isteyen bakabilsin diye. buradan canlı çıkamayacak bazılarımız, laneth olsun we.

"edebiyat ölüyor still. biz de katılalım."

her şey ölüyor we. ve bu yeni bir şey değil. kaldıramadığım bir şey de değil artık. seninle karşılaşmadan önce öyleydi, kaç yıl oldu, altı mı, yedi mi; gözü hep ölenlere bakan, bütün dikkatini ölümlere verdiği için yaşamı kaçırıp duran bir çocuktum, unutmamışsındır. sen dahil kimseye orada tam olarak ne olduğunu anlatmadım bugüne kadar; ben o kendi yarımdan bütün oldum we. o zaman dünya da böyle oldu işte. ve sen, bana karanlığı aydınlıktan ayırmadan gösteren, hayatı her yüzüyle sevdiren, hayaller ve hikayeler kurarak gerçekliği öğreten, sen de biliyorsun ki bu bütünü parçalara ayıramam, artık o her şeyi bildiğini sanan aptal küçük kız çocuğu değilim. kabullenmiş gibi yaparım gene we, elimden bu kadarı gelir en fazla.

her şey ölüyor. sana son yıllarda içimde ölen şeyleri saysam zamanında bana verdiğin güçle gurur duymana yeter de artar; her şey ölüyor, dünyamız tam bir fiyasko değil miydi zaten ve yaşamaya bakmayacak mıydık. yaşamaya bakacağız. hayat devam edecek ve başka şeyler olacak. hepsinin sonu aynı da olsa, başka şeyler anlatan hikayeler. bir yandan hiç değişmezken diğer yandan başkası olacağız durmaksızın; söz bitecek ve sonra gene başlayacak, başka güzellikler bulacak ve kaybedeceğiz; başka başarısızlıklar için her şeye baştan başlayacağız defalarca we.

çok iyi yazdığımız için yazmıyoruz. dünyayı değiştirmek için yazmıyoruz. yazıyoruz, çünkü mecbur kalıyoruz buna. muhtemelen yine kalacağız. biz yazmayı bırakamayacağız we, yazmak bizi bırakacak.

birkaç ay önce, bir binanın ne kadar zaman sonra yeniden sadece bir bina olabildiğini öğrendim. dört sene we. dört sene sonra, bugün olan biten hiçbir şey yeterince umrumuzda olmayacak.

ben beklerim. burası da bekleyebilir. başka dünyalara da yerleşebiliriz, farketmez. zamanın senin üstünü örtmesine hiç izin vermedim, vermem.

hayallerimizle,
still.
sevgili we,

şu son yazı olayını still için biraz istisnalara dahil edemez misin? baksana ne güzel şeyler yazmış yine. son bir kez istisna yapacak olursan sana onların lanetinden bahsedeyim.

onların laneti gökyüzünde ve yeryüzünde ve ikisinin arasında olan hiç birşeye benzemez. onlar dünyanın en fakiri ve en cesurudurlar çünkü onların dua edecek bir tanrıları yoktur. yalnızdırlar ve hep yalnızdırlar ki gece yalnız kaldıklarında diğerleri gibi dua etmezler. cesurdurlar ve hep cesurdurlar ki, bunun yerine şöyle derler, kafalarından şunlar geçer, we:

"çok küçüğüm, çok. evrende çok küçük bir hacim kaplıyorum. bu sebeple herşey istediğim gibi olmuyor. istediğim herşey de olmuyor. bu herkes için geçerli olan bir kural. benim bir ayrıcalığım olmayacağı gibi, herhangi bir ayrıcalığım da olamaz. yine de yarın uyandığımda dinleyenin hoşuna gidecek birşeyler anlatabilirim."

onlarınki, spinoza'yı tokatlar.

onlar evrimin milyonlarca yıl sürdüğünü ve hep süreceğini bilirler. bu tarz bir değişimin ve dönüşümün çok yavaş olduğunu bilirler ama konu istese evrendeki tüm güzelliklerin küçük bir modeli olabilecek birisine baktıklarında ve o an için sahip olduğu bütün kötü düşüncelerin kaçışıp saniyenin binde biri süresinde nasıl da iyi şeylere dönüştüğünü farkettiklerinde kafaları buna basmaz. yarın uyandığımda dinleyenin hoşuna gidecek şeyler anlatabilirim.

onlar bir kavgaya girmeden önce karşısındaki 120 kiloluk adamın yumruğunun karınlarında oluşturacağı momenti hesaplamakla lanetlenmişlerdir. onlar herşeyin bir açıklaması olduğunu ama bazen de bu açıklamayı hemen o anda anlayamayacaklarını bilmekle lanetlenmişlerdir. onların anlamaktan ve öğrenmekten başka çareleri yoktur. onlar hiçbir şeyi hiçbir şeye havale edemezler, we. onlar herşeyi kendileri çözmek zorundadır. bu nedenle cesurdurlar işte.

onlar yıldızlarda oluştuğumuzu, aslında vakti zamandaki yıldızların patlamasından arta kalan basit nükleer artıklar olduğumuzu bilirler ve konu dönüp dolaşıp akşam yalnız kaldıklarında ne düşündüklerine gelir. o kadar küçüğüz ki, derler onlar, anlatamam. bir harfin bir köşesi bile fazla gelir bunun için.

onlardan biri, mesela, cenazesinde konuşması için kimyager bir arkadaşını önceden ayarlamıştır. universe is vast. universe is vast.

kimyager, en çok ağlamakta olan kadının yanına gidip şöyle diyecektir:

"seni gördüğünde kalbi çarpıyordu. kalbi çarpıyordu çünkü seni görüyordu, sana sarılıyordu ve seni içine sokmaya çabalıyordu. ama aslında kalp kası hücrelerinin arasında sodyum alışverişi oluyordu. şimdi tam tamına o sodyumu topraktaki bakteriler alacak toprağa verecek. sonra eylül gelecek, -hep yazın öleceğini hayal ederdi- gökyüzünden yağmur yağacak. topraktaki sodyumu alıp bir denize götürecek. o denizde biraz dünyayı dolaşacak. sonra sen bir gün körfezde haylaz çocuklar gibi ayak altında koşuşturan vapurlardan birine bindiğinde güverteye çıkmak isteyeceksin. bir dalga vuracak vapura. hooopp, bir damla deniz suyu gelecek dudağının ucuna. sen irkileceksin. sileceksin. farketmeyeceksin. ama ne yapıp ne edip seni yine öpmüş olacak!"

sana onları anlatmaya çalıştım, we. bu onların lanetidir ama aynı zamanda onlar dünyanın en mutlu insanlarıdır. bu kadar berbat bir lanetin arasında nasıl mutlu olabiliyorlar, işte bunu anlatmıyorum sana. yaşamın anlamını öğrenmeye çalışmak boşa zaman kaybı. yaşama anlam katmaya bakmak en güzeli. onlar öyle yapıyorlar.

yaşı kaç olursa olsun hep yazın ölmeyi düşlerdi. herkes dağılmış olsun yazlıklara. kimse gelemesin ağlayabilen iki üç kişiden, bir kimyagerden ve yazlığı olmayanlardan başka.

kalplerimizle,
we
27.07.2013 - ankara
/
tümünü göster