sevgili we,
şu son yazı olayını still için biraz istisnalara dahil edemez misin? baksana ne güzel şeyler yazmış yine. son bir kez istisna yapacak olursan sana onların lanetinden bahsedeyim.
onların laneti gökyüzünde ve yeryüzünde ve ikisinin arasında olan hiç birşeye benzemez. onlar dünyanın en fakiri ve en cesurudurlar çünkü onların dua edecek bir tanrıları yoktur. yalnızdırlar ve hep yalnızdırlar ki gece yalnız kaldıklarında diğerleri gibi dua etmezler. cesurdurlar ve hep cesurdurlar ki, bunun yerine şöyle derler, kafalarından şunlar geçer, we:
"çok küçüğüm, çok. evrende çok küçük bir hacim kaplıyorum. bu sebeple herşey istediğim gibi olmuyor. istediğim herşey de olmuyor. bu herkes için geçerli olan bir kural. benim bir ayrıcalığım olmayacağı gibi, herhangi bir ayrıcalığım da olamaz. yine de yarın uyandığımda dinleyenin hoşuna gidecek birşeyler anlatabilirim."
onlarınki, spinoza'yı tokatlar.
onlar evrimin milyonlarca yıl sürdüğünü ve hep süreceğini bilirler. bu tarz bir değişimin ve dönüşümün çok yavaş olduğunu bilirler ama konu istese evrendeki tüm güzelliklerin küçük bir modeli olabilecek birisine baktıklarında ve o an için sahip olduğu bütün kötü düşüncelerin kaçışıp saniyenin binde biri süresinde nasıl da iyi şeylere dönüştüğünü farkettiklerinde kafaları buna basmaz. yarın uyandığımda dinleyenin hoşuna gidecek şeyler anlatabilirim.
onlar bir kavgaya girmeden önce karşısındaki 120 kiloluk adamın yumruğunun karınlarında oluşturacağı momenti hesaplamakla lanetlenmişlerdir. onlar herşeyin bir açıklaması olduğunu ama bazen de bu açıklamayı hemen o anda anlayamayacaklarını bilmekle lanetlenmişlerdir. onların anlamaktan ve öğrenmekten başka çareleri yoktur. onlar hiçbir şeyi hiçbir şeye havale edemezler, we. onlar herşeyi kendileri çözmek zorundadır. bu nedenle cesurdurlar işte.
onlar yıldızlarda oluştuğumuzu, aslında vakti zamandaki yıldızların patlamasından arta kalan basit nükleer artıklar olduğumuzu bilirler ve konu dönüp dolaşıp akşam yalnız kaldıklarında ne düşündüklerine gelir. o kadar küçüğüz ki, derler onlar, anlatamam. bir harfin bir köşesi bile fazla gelir bunun için.
onlardan biri, mesela, cenazesinde konuşması için kimyager bir arkadaşını önceden ayarlamıştır. universe is vast. universe is vast.
kimyager, en çok ağlamakta olan kadının yanına gidip şöyle diyecektir:
"seni gördüğünde kalbi çarpıyordu. kalbi çarpıyordu çünkü seni görüyordu, sana sarılıyordu ve seni içine sokmaya çabalıyordu. ama aslında kalp kası hücrelerinin arasında sodyum alışverişi oluyordu. şimdi tam tamına o sodyumu topraktaki bakteriler alacak toprağa verecek. sonra eylül gelecek, -hep yazın öleceğini hayal ederdi- gökyüzünden yağmur yağacak. topraktaki sodyumu alıp bir denize götürecek. o denizde biraz dünyayı dolaşacak. sonra sen bir gün körfezde haylaz çocuklar gibi ayak altında koşuşturan vapurlardan birine bindiğinde güverteye çıkmak isteyeceksin. bir dalga vuracak vapura. hooopp, bir damla deniz suyu gelecek dudağının ucuna. sen irkileceksin. sileceksin. farketmeyeceksin. ama ne yapıp ne edip seni yine öpmüş olacak!"
sana onları anlatmaya çalıştım, we. bu onların lanetidir ama aynı zamanda onlar dünyanın en mutlu insanlarıdır. bu kadar berbat bir lanetin arasında nasıl mutlu olabiliyorlar, işte bunu anlatmıyorum sana. yaşamın anlamını öğrenmeye çalışmak boşa zaman kaybı. yaşama anlam katmaya bakmak en güzeli. onlar öyle yapıyorlar.
yaşı kaç olursa olsun hep yazın ölmeyi düşlerdi. herkes dağılmış olsun yazlıklara. kimse gelemesin ağlayabilen iki üç kişiden, bir kimyagerden ve yazlığı olmayanlardan başka.
kalplerimizle,
we
27.07.2013 - ankara
şu son yazı olayını still için biraz istisnalara dahil edemez misin? baksana ne güzel şeyler yazmış yine. son bir kez istisna yapacak olursan sana onların lanetinden bahsedeyim.
onların laneti gökyüzünde ve yeryüzünde ve ikisinin arasında olan hiç birşeye benzemez. onlar dünyanın en fakiri ve en cesurudurlar çünkü onların dua edecek bir tanrıları yoktur. yalnızdırlar ve hep yalnızdırlar ki gece yalnız kaldıklarında diğerleri gibi dua etmezler. cesurdurlar ve hep cesurdurlar ki, bunun yerine şöyle derler, kafalarından şunlar geçer, we:
"çok küçüğüm, çok. evrende çok küçük bir hacim kaplıyorum. bu sebeple herşey istediğim gibi olmuyor. istediğim herşey de olmuyor. bu herkes için geçerli olan bir kural. benim bir ayrıcalığım olmayacağı gibi, herhangi bir ayrıcalığım da olamaz. yine de yarın uyandığımda dinleyenin hoşuna gidecek birşeyler anlatabilirim."
onlarınki, spinoza'yı tokatlar.
onlar evrimin milyonlarca yıl sürdüğünü ve hep süreceğini bilirler. bu tarz bir değişimin ve dönüşümün çok yavaş olduğunu bilirler ama konu istese evrendeki tüm güzelliklerin küçük bir modeli olabilecek birisine baktıklarında ve o an için sahip olduğu bütün kötü düşüncelerin kaçışıp saniyenin binde biri süresinde nasıl da iyi şeylere dönüştüğünü farkettiklerinde kafaları buna basmaz. yarın uyandığımda dinleyenin hoşuna gidecek şeyler anlatabilirim.
onlar bir kavgaya girmeden önce karşısındaki 120 kiloluk adamın yumruğunun karınlarında oluşturacağı momenti hesaplamakla lanetlenmişlerdir. onlar herşeyin bir açıklaması olduğunu ama bazen de bu açıklamayı hemen o anda anlayamayacaklarını bilmekle lanetlenmişlerdir. onların anlamaktan ve öğrenmekten başka çareleri yoktur. onlar hiçbir şeyi hiçbir şeye havale edemezler, we. onlar herşeyi kendileri çözmek zorundadır. bu nedenle cesurdurlar işte.
onlar yıldızlarda oluştuğumuzu, aslında vakti zamandaki yıldızların patlamasından arta kalan basit nükleer artıklar olduğumuzu bilirler ve konu dönüp dolaşıp akşam yalnız kaldıklarında ne düşündüklerine gelir. o kadar küçüğüz ki, derler onlar, anlatamam. bir harfin bir köşesi bile fazla gelir bunun için.
onlardan biri, mesela, cenazesinde konuşması için kimyager bir arkadaşını önceden ayarlamıştır. universe is vast. universe is vast.
kimyager, en çok ağlamakta olan kadının yanına gidip şöyle diyecektir:
"seni gördüğünde kalbi çarpıyordu. kalbi çarpıyordu çünkü seni görüyordu, sana sarılıyordu ve seni içine sokmaya çabalıyordu. ama aslında kalp kası hücrelerinin arasında sodyum alışverişi oluyordu. şimdi tam tamına o sodyumu topraktaki bakteriler alacak toprağa verecek. sonra eylül gelecek, -hep yazın öleceğini hayal ederdi- gökyüzünden yağmur yağacak. topraktaki sodyumu alıp bir denize götürecek. o denizde biraz dünyayı dolaşacak. sonra sen bir gün körfezde haylaz çocuklar gibi ayak altında koşuşturan vapurlardan birine bindiğinde güverteye çıkmak isteyeceksin. bir dalga vuracak vapura. hooopp, bir damla deniz suyu gelecek dudağının ucuna. sen irkileceksin. sileceksin. farketmeyeceksin. ama ne yapıp ne edip seni yine öpmüş olacak!"
sana onları anlatmaya çalıştım, we. bu onların lanetidir ama aynı zamanda onlar dünyanın en mutlu insanlarıdır. bu kadar berbat bir lanetin arasında nasıl mutlu olabiliyorlar, işte bunu anlatmıyorum sana. yaşamın anlamını öğrenmeye çalışmak boşa zaman kaybı. yaşama anlam katmaya bakmak en güzeli. onlar öyle yapıyorlar.
yaşı kaç olursa olsun hep yazın ölmeyi düşlerdi. herkes dağılmış olsun yazlıklara. kimse gelemesin ağlayabilen iki üç kişiden, bir kimyagerden ve yazlığı olmayanlardan başka.
kalplerimizle,
we
27.07.2013 - ankara