laneth

/
yazar olamadan başlık açamadığınız yer. bilgili olduğunuz başlıklara yazın deniyor, lakin yazamıyoruz doğal olarak. başlık sayısı da sınırlı olduğundan yazar olma olasılığım(ız) da büyük oranda sekteye uğruyor. halbuki çok deli şeyler yazasım vardı sabah sabah.
kalbime kalıbımı basarım ki, hayatla arasında tek bağ ölümü beklemek olan her metabolizmanın, bu son ayrılık günü gelinceye kadar kopan bağların çıkardığı sıvılardan kendisine kelimeler yaratıp, kimisine "laflar hazırlayan" insanoğlunun bir sığınağı.

artık kelimelerimi kim aldıysa, gözlerimi ne bürüdüyse, hepsini alıp geldim. kalbime bastığım kalıpla da patates baskı yapıyorum size.
uzun yazılar okumayı sevme(zdim)m. uzun yazmayı hele hiç sevmem. kalın kitaplar okumayı severim. ama böyle en sevdiğim yazarların kitapları olmalı. yoksa hiç gelemem, içim sıkılır. josã© saramago olmalı mesela, ya da victor hugo. neyse efendim. laneth'te yazılan uzun yazıları ise çok seviyorum. hepsini de okuması ayrı zevk veriyor insana. belki yazarları bire bir tanıdığım/sevdiğim insanlar olduğundandır, belki de belli bir zümreye hitap ettiği içindir, bilemiyorum. kitap falan çıkarsalar kalın kalın, yine okurum. bi de şey, ben yazamıyorum diye moderatör yaptılar beni, onun da farkındayım. bilin istedim.
ben burasını bir fanzin gibi görmeye başlıyorum. türkçe karakter uygulaması da başladı, tadından yenmez oldu. ben de mahlasımı türkçeleştirmek üzere still cursed kişisine başvurdum. ama bürokrasi ve kırtasiyeci anlayış buralara kadar uzanmış. verdiği yanıt: "sulh hukuk mahkemesine ad değiştirme dilekçesi ile başvurun" oldu. sanki biz mahkemeye gitmesini bilmiyoruz!

şaka bir yana şok şeker bir hüviyete bürünüyor laneth bence.her ne kadar sabık itü sözlük yazarlarından oluşan bir köke sahipse de itü sözlükle göz atmak ve belki ara sıra takip etmekten başka ilişkisi olmayan adı sanı işitilmemiş iyi yazarları bünyesinde bulundurmakta ve gün geçtikçe büyümekte.

ekşi'de girdiğim entry, üç dakika sonra ikinci sayfanın ortalarına kayabiliyorken, burada uzun bir süre okunmayı bekliyor, negzel. sırf bu yönden bile tercih nedenidir benim için. daha fazla yazı yazılmalı ve bir başlıkta örneğin tartışma ortamı oluşturmak refleks haline gelmeli. o zaman mükemmele doğru hep beraber sıçradığımız andır. sevgiyle...
bilinçli bir çaba ile yazmadığım altbilinç ile yazdığım anlaşılma kaygısının zerresini taşımadığım için taşımama gerek duymadığım fevkalade rahat olduğum diyardır. bu diyarı seviyorum virgülsüz noktasız belkisiz seviyorum. işte o kadar.
defalarca girdiğin evlerde basmaktan sakındığın sıcaklığı hala bana sağlayan mekan, başkaları tarafından yürünmemiş sandeletlerimi önüme sürüp yine bana hoşgeldin dedi. son zamanlarında yazamayan ama son zamanalarını okuyan, t harfine basıp niki ve şifresi hatırlana bilen bi insan ya da lanet içinde yazar olmaktan mutluyum laneth. unutuğum yazılarımı barındırdığın için umutluyum. teşekkür ederim.
"zamanımızın gerçek bireyleri, kitle kültürünün kof, şişkin kişilikleri değil, ele geçmemek ve ezilmemek için direnirken, acının ve alçalışın cehennemlerinden geçmiş fedailerdir."
horkheimer, akıl tutulması.

90larda büyümüş olan bizler yeni serpilip gelişen popüler kültüre karşı tuhaf hissiyatlar geliştirmiştik. o vakitlerin intelijansyasının özelliği buydu. o kadar ki bu iş kısa zamanda yağa düşmüş, biraz popüler olan her imge pıtırlı sivilceli yüzlerin gençliğince derhal eteklerinden tutulup aşağılara çekilir olmuştu. bir zaman bir arkadaş bu konuda zirvenin ne olduğunu kanıtlamak istercesine orhan pamuk hakkında atıp tutuyordu ki okuyup okumadığını sordum, okumamış, ama hülya avşar'ın "bayılarak okuduğu bir roman" sahibi ne olabilirdi ki. o yıllar hülya avşar, televizyonda yeni hayat'ı eline almış, mini eteğinin şimdi frikik denilen ve futbol federasyonunun değişen kurallarınca tek vuruş gerektiren -prekazi'yi unutturmak için tasarlanmış gavur oyunu- boşluğunu ve kendi boşluğunu hiç utanmadan sergileyerek övgüler yağdırıyordu. malum "akıllı ol"mak henüz tedavüle girmemişti. 90larda popüler olan her şey buharlaşıyordu, olabildiğince uzak şehirlerine ve adaların karanlıklarına bakmaya meyilliydik. tarkan üzerine yorum bile yapmaz, metallica'yı git gide beğenmemeye başlardık. new kids on the block ise konjonktürden bağımsız nefret objemizdir, onu karıştırmıyorum.

sonra bir grup akıl insanı türedi, bu popülerliğe karşı saldırganlık dürtüsünün popülerleşmesini fırsat bilerek tam ters tarafa yuvarlandılar. açıkçası bel altı vurdular. örgü görünümlü hırkaları, makas ve tarak girmemiş sakalları, sürekli küçük emrahla john wayne arasında gidip gelen bakışlarıyla çakma popülizm esnafına bir darbe vurmak adına bütün yazılı ve yazısız etik kararnamelerini ve moral değerleri boşa çıkardılar. popüler olması günahının üzerinden bir sünger çekip mesela tarkan'ı dinler oldular, mesela müslüm gürsesle teoman'ı yan yana getiren gizli mason cemiyetleri iştirak ettiler, mesela hülya avşar'ı güzel, michael jackson'ı yeniden ilah ilan ettiler. onlara göre popüler olandan çekinmemek gerekiyordu. gerekiyordu çünkü internetin her köşesi ve reklam alınabilir her frame değerlendirilmeliydi. gerekiyordu çünkü milliyetçilik de batının bağrından tüy yolma oyunları da herkese gerekliydi. gerekiyordu çünkü duvarlar yıkılmış, gorki park liste başı olmuştu -bu biliyorum kronolojik olarak da uyumsuz oldu da, solcu histerisi yaptım. popülerlik yeniden revaçtaydı.

yalnız işin şekli de değişmeye başlamıştı, artık burnundan kıl aldırmaz entelektüel tipi, artık her boka anlayıp anlamadan espri yapmalar, "money talks" demeler ve bunlardan biri ya da hepbiri oluverip üstüne bunlara dair ironik yaklaşım sergilemeler de popüler olmuştu. bir önceki kuşağın dil bilen, ilim irfan ve dahi kültür görmüş elit anadolu lisesi öğrencisi artık marks'ın yahudisi gibi herkes oluvermiş, her yere yayılmıştı. hepsi ayrıcalıklı, hepsi yurtdışı seyahatli ve stajlı, her biri bir kültürün aktivisti tonla erkek veya kadının kendi ayrıcalıklarından feyz alan ve müthiş zekalarını sergileyecekleri, afedersiniz kafayı boka gömecekleri platformlar çok acil ihtiyaçtı. dolmuşa atlasa soluğu taksim'de alıverebilecek müthiş insan, harika çocuk ford ka modelimizin zinde yorumlarıyla taçlandıracağı ve aydınlatacağı, gelip geçerken de bir boku beğenmeyen biz kaybetmişleri/kaybedilmişleri popülerlik karşıtı vandallar sayacağı bir ortam o vakit doğuverdi. sözlükçülük bir meslekten çok bir kuşak fenomeni halini alıverdi. artık popüler olana temkinli yaklaşana atılan taş, "er kişi", "yazarcan", "bülent ersoy", "cinselliğimizin mahrem olmayan boyunduruğunu dümdüz salıverilmesi" hepsi bir çuvalda bir doğrultuda akmayı bildi. tabii asıl nemalananlar 70lerin solcu tiplemesinin daşaklarını burup elektrik veren yılmaz erdoğanlar, eğitimsiz ve görgüsüzlüğü yücelten ivedikler, yeni çağın falliğini kozalak efendinin bacakları arasında arayan çağçağlar, durduk yere anamıza söven başbakanlar velhasıl kelam bilcümle popülerlik dostu yeni popüler krallar, bütün bir postyapısalcılar oldu. be gerizekalı beğenmediğim şeyle ilgili beni entel hastalığıyla itham ediyorsun da o beğenmediğim senin de taptığın şeyin gişesini biliyor musun -tutamadım kendimi afedersiniz.

daha beteri var, anketlerde çıktı, üniversite öğrencilerinin yüzde doksanı cinlere inanıyormuş, laf etsem kıracak kafamı, pusuda. bir kere bu popülerlik dostu bilikişiliğin herhangi bir tezi bulunmuyor, onun tek yöntemi reduktio ad absurdum, tutarsızlığa indirgeme, aklı fikri benim savunduğum şeyi hangi salakça önyargılarla ele aldığımda, ne tip kuyruk acım olduğunda. sendikadan bahsediyorum, bana vibratör fabrikasındaki işçilerden tutup örnek veriyor, kahkaha atıyor. faşizm diyorum, muro taklidi yapıyor. ve sonunda popüler olan, kolay tüketilen, temelsiz her şey referans oluveriyor.

ben 90lardan kalıyorum, tercihim bu yönde. üç günlük fani ömrümde güç manyaklığının akladığı popülerlik etrafında niye sinek olayım. tarkan dinlememeyi eksiklik saymıyorum, o zweig okumadığı için ezilmiyorsa, ben tarkan üzerine verdiği ayarı hiç umursamıyorum. popüler olan her şeye temkinli yaklaşıyorum, aniden yükselen liberalizme, orhan pamuk nefretine, dizi çılgınlıklarına, işsizlik demogojilerine, hatta ab karşıtlığına (solcuyum ulen ne alakası var)... temkini elden bırakmıyorum, onların binlerce sözüne karşılık, benim sözüm kim takarsa artık. laneth'te yazıyorum, ayşe arman'ın seksapalini umursamıyor, ihlsözlük kurcalayıp gülmüyor, hadise'ye laf etmiyorum. geriye kalan tüm dünyayı değiştirme gücüm olsaydı, bunu yapmazdım, ama güçsüzlüğümün farkında, lanethliliğimin tam bilincindeyim.

sadece kendimle ilgili uzak çok uzak ufuklara bakıp, küçük çok küçük taşlar atıyorum bey ve hanım efendilere. bakınız sırf eski kafalı solculuğumdan marks'ın bir sözü ile bitirmek istiyorum:

"ve iyilik sonunda baskın gelince, seçkin, gerçi ahmaklığını değil, ahmaklığının bilincini yitirir"
ikinci doğum günümdür dört şubat ve hayatımda aldığım en güzel hediye olmasa da yeri en ayrı olan hediyemdir bana laneth ve lanethlenmem. uzun lafın kısası uzun süredir bir camın arkasından seyrettiğim bir bahçeydi laneth ve bahçede oynayan çocuklara hayrandım (alinin eskisi, z, damien, stil cursed, lacrimosa ve gülen, ağlayan, zıp zıp oynayan diğer bütün çocuklar). şimdi kırıldı o cam ve ellerime battı laneth. lanethlendim anne, lanethlendim ey sevgili, lanethlendim ey insanlık diye ordan oraya koşuyorum bahçede...
o, o $ekil giyinir, bu, bu $ekil giyinir; o tarz. yazma ali$kanligimi tamamiyla degi$tirip: oglum bo$ bele$ $eyler yazip ortalik mali olma, adam ol gay! demi$ bir olu$um olarak laneth onunde kendimi saygi ile kepirtlebilirim saniyorum ki bu bence olagan. seni opuyorum lanet. seni de opuyorum sayin still hanimabla. sdfjlskdfs. tamam lan o derece, o tarz laneth. tekel birasi.
/
tümünü göster