her malın müşterisi ayrıdır. tapon kişi tapon malı iyi kişi iyi malı alır. iyi bir satıcı ve üretici olmak zorundadır yazar denilen kişi.

iyi satıcılıktan kastım bir piyanist gibi olmalıdır. yozlaşmış köylü kitlelere chopin çalmaz. onlara üçüncü sınıf bol cıstaklı 86 model taverna şarkıları gazlar. chopinden anlayanlara ise chopini çalar.

fakat bunu tersini yapar da yozlaşmış köylü kitlelere chopin, chopinden anlayanlara bol cıstaklı 86 model taverna şarkıları kitlerse işte o vakit cok fena üzülür.

elbette akla beyaz diye kabaca ayiramayiz ama bendeniz bu sinirlari törpüleyerek anca ikiyi indirdim. yoksa izahat vermeye kalkarsam 2038 senesinin mart ayında anca bitiririm ve paşa paşa emeklilik işlemelerime başlar ziraat bankasından emekli maaşımı çekerim.

yazı anlayan için yazılır demiş çetin altan.

eh anlayanların olduğu bir diyarda insan daha iyisini yapmak için kendini hirpalamaz mi?

perevelli iskender gibi cambazliktansa adını unuttuğum mevlevi şeyhi gibi yapmak evla değil midir?

olanı biteni yaşamaktansa anlatmayi sevmiyor muyuz?

bir avuç bile olsa anlayabilecek ve soru sorabilecekler mi daha evladır yoksa anlamayacak ve ayran budalasi gibi açik ağizlarla baka kalanlar mı?

bendeniz allahın belası bir elitist oldugum için ilkini secerim.

hebele hübüele diyerekten ay ben anlasilmiyorum demek akıl kari diyerekten entryimin son satirini yazarken son bir cümle naks ederim ekrana;

sanatta gizem yoktur. görebildiğin şeyleri yap, onlar sana göremediklerini gösterecekler.
benim böyle bir sorunum yok. sabit, zorunlu, meraklı ve hatta gerektiğinde yorum yapan bir adet sabit okuyucum var. onu elde edebilmek için uzun uğraşlar ve çok zaman geçmesi gerekti. tam tamına 17 yıl gibi bir zaman diliminin, uzun saatler süren gece sohbetlerinin, kültürel olarak yeterli seviyeye ulaşabilmesi için gerekli müzik, kitap ve bilgi donanımını yüklememin getirdiği maddi ve manevi külfetin ardından kavuşabildim ona. kızıma!

evet, kızım benim bir numaralı ve tek okuyucum. ani yazdığım yazılar dışında mutlaka ona okutur, fikrini alır, tartışır ve hatta bazen "anne yazma bunu, çok vasat olmuş" dediğinde boynumu büker yazmam. aradan bir süre geçince döner gelir yanıma ve şöyle der "sen bunu yazıya döktüysen, vardır bir nedeni. ben kim oluyorum ki sana karışıyorum. yazını okuduğumda bana hiç birşey hissettirmedi ama sırf bu nedenle aynı hislere sahip olan kişilerin bunları okumasına engel olmam sadece bencillik olur. lütfen yaz ve at denize"

çok olmadı aslında sanal ortamda yazı yazmaya başlayalı. öncesi ise çok bunaldığımda yazıp, karalayıp, kimisini sakladığım, kimisiniyse sinirimi geçirebilmek için küçük parçalara ayırdığım birkaç kağıt parçasından ibarettir yazılarım. yazmaya başladıktan sonra fark ettimki, yazarken rahatlıyorum. bunu birileri okur okumaz. hayatımda ilk defa bencillik yapıp kendim için birşeyler yapıyorum. yazıyorum. gün geliyor yazdığımı okuyan benden çok daha iyi yazan bir yazar(ki ben hala yazar değilim) yazdığım yazının içinden bir cümlenin onu çok etkilediğini söylüyor. söylediği cümlenin hangi başlıktaki yazıma ait olduğunu hatırlamadığımı fark edince utanıyorum kendimden. dönüp bakıyorum yazarken ağladığım bir yazı çıkıyor karşıma, yıllardır içimde biriktirdiğim ama hesaplaşmaya cesaretim olmadığı için hep ertelediğim. işte o zaman fark ediyorum ki cümleyi hatırlamamış olmam hesabımı kesip ruhumun özgür olduğunu gösteriyor. işte bu kez çok seviniyorum.

yıllardır içimde büyüttüğüm öyle derin yaralarım varmışki, ben bunları kimse okumasa da yazacağım. okuyucusuzluk işte burada beni özgür bırakıyor. herkese derdinizi dökemezsiniz değil mi?