hiç uzatmadan ana fikri vereyim, ben yöneticisiyle teknik adamıyla bu kadar düşmüş bir takım daha görmedim, görüldüyse de kaydetmedim. her maçın ardından sel olan gözyaşları, bir o yandan bir bu yandan dilenmek için söylemediği şey kalmayan bir heyet, hele de bursaspor hadisesi sonrası haklılıkları teslim edildikten sonra vay ki vay. bir maçta kendisine haksızlık yapıldığını iddia etmemeleri için maç başında kendilerine kalecisiz kaleye 3 penaltı verilmeli, yahut devlet teşviği ve kalkınmada öncelikli bölge hakkı dolayısıyla 2 averajla maça başlamalı bu takım. yoksa? yoksa ligden çekilir, maça çıkmaz, kafa şişirir.
bursaspor maçı da dahil olmak üzere diyarbakırspor'un deplasmanlarda nasıl karşılandığı, nelerle karşılaştığı bambaşka bir bahis. dahası diyarbakırsporu konuk etmedikleri vakitlerde de aynı statlarda azmış milliyetçiliğin her tonunun varlığı aynı bahsin bir başka alt başlığı. 90lardan beri statlarda her maç öncesi okunan istiklal marşına kurt işaretlerinin eşlik etmesi, en temiz olduğu düşünülen beşiktaş'ın çarşısına varana kadar her taraftar grubunun açtığı pankartlar akılardadır. en niahyetinde bu ülkede statlarda toplanan kalabalıklar kendilerini yeniçeri gibi hissetmekte, devletlunun emriyle her an bir yerlere saldırma, işgal etme, fethetme potansiyeli barındırmaktadırlar. diyarbakırspor veya diğer bölge takımları haliyle bu popüler milliyetçi damardan en fazla etkilenen bir konumda durmaktadırlar. fakat statlardaki duruma ilişkin onca açıklama yapanların sokaktakini görmeme adetleri de dikkat çekicidir. ulen dağlıca gibi hadiselerin ardından memleketin kent meydanlarında kimliklerine bakılarak insanlar linç edildi, ortamda top olmayınca önemsiz mi oluyor?

diyarbakırspor'un derdi ne? diyarbakırspor, vasat bir anadolu takımıdır, istanbulluların karşısında ligin diğer 14 takımıyla birlikte ciddi bir iddaya sahip olmamakla beraber, hırslıdır ve küme çıkarken arkasında hissettiği devlet elinin şefkatli okşayışlarıyla şımartılmıştır. çok bağıranın çok haklı göründüğü gerçeğinden yola çıkarak ve zaten bütün kirli ilişki ve işleyişlerin aleni olduğu ligin boşluklarını değerlendirerek kendi rekabet alanında bir fayda arayışındadır. ziya doğan ise başarısılıklardan sonra her teknik adam gibi kıçına teneke bağlanıp gönderileceğini bildiği için takımla duygusal bağlar kurmaya, bin yıllık ezilmişliğin primine ortak olmaya çalışmaktadır. diyarbakırspor bu kadar boktan bir lig için bile fena halde çingene pilici kıvamındadır ve bu lig için bile yeterli değildir. kendilerini düşürdükleri komik durumun sonunda önümüzdeki deplasmanlarda çok daha ciddi sorunlarla da karşılaşacaklardır.

hiç ezilmişlerin takımı havasına girmesinler, o ezilmişlerin takımı adana demirspordur, livorno'yu davet edecek kadar cüretkar, hangi ligde oynadığını önemsemeyecek kadar mütevazı.

son olarak geçenlerde kebabçeci nazım usta bir fıkra anlattı, onu aktarayım:
bir türk, bir laz, bir kürt ölmüşler. sırat köprüsünün başına vardıklarında onları karşılayan melek 5 bin dolar karşılığı köprüyü sorgusuz sualsiz geçirdiğini söylemiş. türk vermiş rüşveti geçmiş. aradan vaktaki zamanlar geçtikten sonra melekle cennette karşılaşmış türk, yanındaki arkadaşlarının durumunu sormuş. melek sıkıntılı bir sesle yanıtlamış:
- laz, durmuş 3 bine olmaz mı diye pazarlık ediyor hala, kürt de yan gelip yatıyor "ben ne vercem len, devlet versin" diyerek.

edit: mesele benim düşündüğümden daha ciddiye alınıyormuş meğersem. meğersem hakikaten. sahiplenenler olması doğal elbette ama diyarbakırspor hiç de kürtlerin takımı havasında değil, geçen dönem divriğililer derneği sivasspor'u sahiplenmişlerdi o vakit de sivasspor hiç de sivaslı alevilerin takımı havasına girmemişti. velev ki kürtler'in takımı olsun, şu ya da bu tutumla bir yerlerden koparılan ve pek de temiz görünmeyen taltiflerin neticesi koparanı yağmacı bir yapıya taşıması değil midir. diyarbakırspor'a sahip çıkan genç arkadaşlar var, ateşli biçimde destekliyorlar, hatta bir tanesi demiş ki "diyarbakırspor onurlu bir kentin, onurlu bir halkın takımıdır" hayretler içindeyim. ah keşke bu arkadaşları yanıltan gençlikleri bir anlığına yerini tecrübeye bıraksaydı da gözleri herkesin bir parça kurbağa bacağı, yarasa kanadı attığı kazanı görebilseydi, ah keşke onlar o çikolata veşeker kaplı binanın her odasındaki binlerce küçük hücreye kadar bireysel ve kirli çıkarlara hizmet edenleri ayırtedebilselerdi ve keşke birçoklarının sorununun diyarbakırsporun başarısı olmadığını görecek kadar dikkatli baksalardı... onur mu, onurlu başkan pkk karşısındaki tutumunu açıklama zahmetine girmez a benim canlarım.
aslında tüm yapılan bir sınamaymış, diyarbakırspor sadece bir deney elementiymiş, bugün anladık.

partinin kapatılması öncesinde ve kapatılmasının da ardından sine-i millete pek meyil etmiş görünen, ligden çekilmedik, meclisten çekiliriz diyen "eski" dtp, hadise tamamlandıktan sonra önce bir durup yutkundu, sonra geri adım attı. aydınların, sanatçıların, geniş kesimlerin ve öcalan'ın isteklerini dikkate alarak parlamento zemininde kalıp mücadele etmenin daha uygun olduğuna karar verdiklerini açıkladılar.

bir bakalım, senin elmayı sevmen elmanın seni sevmesini gerektirmediği gibi kurtlu çıkmasını da engellemez. yani diyarbakırsporun çekilmediği ligin bütün çirkefliklere rağmen ortalama bir spor zemini olması başka şeydir de meclisin adını koyarak benzetme yapmayı uygun bulabileceğimiz hiçbir şer yuvası kadar temiz olamaması başka şeydir. dahası, dahası tabii ki var, ülke insanlarının küçük bir kısmı meclis içinde dolandırıcı, katil bilmemne görmek istemiyorlar, ama geride kalan büyük kısım sağda solda saçma sapan toplanıp "mecliste pkk istemiyoruz" diyorlar. o büyük kısım var ya şu an şu son günlerde yani dtp bürolarını taşlayıp yakıyorlar, üzgünüm.

belki fakat özgün teorik kafayı işletmeye devam edebiliriz, belki de zaten anayasa mahkemesinin kararı buna yönelik bir tertipti, dtp'yi meclisten çıkarma oyunuydu da dtp -eskisi- sağduyulu davranarak bunu boşa çıkardı. en çok da burada gülüyorum, devletin hiçbir katında istenilmediğini bildiğin halde o devletin içinde olmakta ısrar niye? beni evinde istemeyen arkadaşım yanlışlıkla karnıma bıçak sapladı, fakat ben evde kalmaya devam ettim, sağduyu.

diyarbakırspor küme düşmeyecek gibi görünüyor, bunun için teşekkür etmeleri gereken başta melih gökçek sonra da takımda ter akıtan herkes. ama buna rağmen ne vakit küme düşmeye yaklaşsa, mağduriyetin retorik ifadeleri ile silahlanarak öne atılacak. bu bir tercih değil zorunluluk bir yanıyla, çünkü kadroyu yenilemek, daha iyi oynamak, teknik yapıyı güçlendirmek gibi adımları atmamayı tercih ediyor, politika yapmak yerine kaderin sandalına biniyor, öyleyse öyleyse konuşmak güzeldir.
öncelikle;

diyarbakırspor ile kürt hareketini ilk kim özdeşleştirdi gerçekten merak ediyorum. yani, kim diyarbakırspor'dan bir athletic bilbao, bir barcelona yaratmaya kaltı. bu takımlardan birisi kadrosunda basklı olmayan oyuncu oynatmaz zamanındaki ispanya'nın inkar ve imha politikalarına inat; diğerlerinin stadında ise koca koca ''katalonya ispanya değil'' yazar. diyarbakırspor ise götünü yırtar devletle bir alıp veremediği olmadığını kanıtlayabilmek için. barcelona faşist ispanya'nın her türlü baskısına maruz kalmıştır zamanında; diyarbakırspor ise devletin eli ile, desteği ile var olabilmiştir hep. (taraftarı bir kenara koyuyorum. bahsettiğim kurumsal olarak diyarbakırspor) ama birileri çıkmış ve söz konusu takımı türkiye'nin athletic bilbao'su ilan edivermiştir. bu ilanı verenin büyük ihtimalle ilk türk tarafı olması ise daha enteresandır.

sonra;

biz, toplumsal olayların kökenine inmeyi sevmeyiz. beceremediğimizden belki de, belki de o olayları sonuçları üzerinden tartışmak kolayımıza gittiğinden. mesela diyarbakırspor maçlarında çıkan olayları spor çerçevesinde tartışırız. sporun ruhuna aykırılığından bahsederiz savaşın stadyumlara taşındığını görünce. tabi canımız isteyince bizzat biz taşırız savaşı stadyumlara. neyse, konuyu dağıtmayalım. internette yapılan yorumlara şöyle bir baktım da, ''senden üç benden beş'' mantığı hakim tartışmalara. ''yok siz şunu yaptınız, yok biz bunu yaptık, bla bla bla...''

bu çatışmalar güneydoğuda yaşanan ne ilk, ne de son sokak çatışması. olan sadece çatışmanın stadyuma taşınması. üstelik savaşı oraya taşıyan da bizzat türk tarafı. devlet, kürtler'i kayırmak için yatırım yapmadı sözkonusu spor klübüne yıllarca. amaç, gençliğe polise molotof atmak dışında başka bir aktivite vermekti. (doğru ya, birbirimizi siyasi sebeplerden taşlayacağımıza takımımızın ofsayt diye verilmeyen golü yüzünden taşlayalım değil mi.) ki bu yönü ile de daha çok real madrid'e benzer diyarbakırspor. (''bana 80.000 kişilik bir uyku tulumu yapın.'' franco'nun santiago barnebau yapılırken sarfettiği ünlü sözleri)

peki türk tarafı ne yaptı, kaybedilen bir maçtaki hakem hatalarını sebep gösterip saldırması gerekirken diyarbakır taraftarına (ülkemizde siyasi sebepler hariç futbol yüzünden kavga etmek bırakın serbest olmayı, erkeklik göstergesidir hatta); sokaktaki savaşı tribüne taşıdı. yani devletin amaçladığının tam tersi bir işlev gördü takım.

her neyse, uzun sözün kısası bu gün yaşanan olayar güneydoğuda yıllardır yaşanan olaylardan bağımsız değerlendirilemez. mücadelede yeni (ama önemsiz) bir cephe açılmıştır sadece. bu konuyu ya tartışmayalım; ya da kavganın asıl sebebi olan toplumsal zeminde tartışalım. (yani gene tartışmayalım. çünkü zemini görmezden gelip fondaki olaylarla ilgilendiğimiz sürece muhabbet ilk okul üç seviyesinin ötesine gitmeyecektir)
ben dedim inanmadınız. bursaspora ayıp ettiniz. bana savunmayın bu lümpenleri allasen, bursasporu harcamayın.
şimdi çetin sümer takımını, taraftarı savunuyor. şu cümleye bakın:
"new olmuş, koltukları mı söküp atmışlar, pet şişe atmışlar bir de işte bir iki yabancı madde."
o atılanlara neden "yabancı madde" deniyor be çetinciğim, haberin var mı, kafaya gelince yarıyor zira. bana bursasporu ırkçı dedirtmeyin, bana topu karpuz ilan ettirmeyin. bana bu ligin lazımlı takımı dedirtmeyin, devlet desteğiyle lige yükselmeyi savundurrtmayın.

bu takım düşmezse 17 takımı da çekilsin ligin, melih gökçek dahil.
yazıda hiçbir şekilde diyarbakırsporun yaptıkları savunulmamıştır. şimdiden yanlış anlamaların önünü keselim.

bu adamlar taş atıyor, su şişesi atıyor, gözlemci tabiriyle yabancı madde atıyor kısacası.
bursaspor taraftarı da attı yabancı maddeleri.
zamanında fenerbahçe, galatasaray taraftarıda attı yabancı maddeleri.
yani hepside aynı bok.
durum böyleyken diyarbakırspor taraftarının gerçekleştirdiği eylemlerden yola çıkarak, bursaspor taraftarı haklıymış demek en yanlış eylemdir.
hiçbir şekilde, hiçbir kimse diyarbakırspor taraftarından sahaya gül atmasını beklemesin.
bu olayların olacağı ilk maç oynandıktan sonra belli olmuştu.
kışkırtması ligin ilk yarısında yapılmıştı.

tabi kışkırtma yapılmış olması diyarbakır taraftarını haklı çıkarmaz. gereken ceza verilmeli. ama bu durumu görmeden diyarbakırspora yüklenmek tamamıyle yanlıştır. bir futbol maçında çıkan olaylar yüzünden bu adamlar bölücü, bu adamlar pkklı demek yanıştır. bunları söylemek sadece kişinin görmek istedikleridir.

diyarbakıra birçok futbol takımı geldi, şimdiye kadar ilk defa bu denli büyük tepki gösterildi (fenerbahçe maçındaki olaylar bu kadar büyük olmamıştı).
şimdi ise diyarbakırspor taraftarı haksızdır diyenlerin ya da bursaspor taraftarının kendilerine bir soru sorması gerekir. biz ne yaptık da bu olaylar çıktı, yada ilk maçta ne oldu? diğer takımlara neden yabancı madde atılmadı? (sakın ola bu sözlerimden bursaspor hakettiğini bulmuştur gibisinden bir yorum çıkarmayınız. şiddetin her türlüsü kötüdür.)

bu sorulara objektif bir cevap verildikten sonra, olayın etnik bir çatışma olmadığı sadece alınan bir intikam olduğu görülebilir. olayı pkkya bağlamak, gözleri kapatıp diyarbakırda çıkan her olayda pkkyı suçlamaktır. taraftar pkklı olduğu için sahaya yabancı madde atmamıştır. ilk maçın acısını çıkarmışlardır ilkel bir biçimde. oysa sahaya güller atılsaydı asıl pişmanlığı bursaspor taraftarı o zaman yaşamaz mıydı? ama nerde o insaniyet bizim ülkemizde. bir kin almış başını gidiyor.