civcivli kısımlara gelmişiz gibi. ama işte buralarda hep sizin de bir şeyler demeniz gerekiyor ki söylenilenler bir halta yarasın.
7- korku meselesi önemli ölçüde ekonomik bir temele sahip diyorduk. gerçekten biraz öyle; yerleşik olanın göçmen işçilerden duyduğu korku, göçmen olanın yerleşik olanın elinde olduğunu sandığı güce karşı duyduğu korku. çok yukarılarda bir yerlerde ilk çağdaki mısır ahalisinin durumundan bahsederken de buna benzer bir şeyler geçmişti, zengin mısır çokça işgale uğradığı için yabancılara yönelik bir korku ve dolayısıyla olumsuz tavır vardı, yoksa inanın, tanırım tüm mısırlılar muteber insanlardır.
8- tabii, korkunun merkezinin sadece ekonomik olmadığı iddia edilebilir. büyük ihtimalle haksız bir iddia da olmaz bu. sadece bunun çok yönlü olmasından başka bir başat etken aradığımız için korkudan ekonomi öne çıkıyor bizce. bunda düşünme ufkumuzun bir yerlerinde marksist bir duba olması bizi küçültmez, net tutar. ve bakalım nasıl başka etkenler söz konusu, genel bir bilinmeyene duyulan korku mu bu, yoksa daha çok kendini merkeze koyarak dünyayı anlamayla mı ilgili? açıkçası bu konuda çok spekülatif şeyler söylenebilir, yeter ki korkuda uzlaşalım.
9- diğer etken, kendini tanımlama ihtiyacının her zaman bir öteki olanı/başka olanı gerektirmesi. bu bölüm boyunca kullanılacak "öteki" sözcüğünü oral sander dilinden çıkmış gibi anlarsanız, hepinizin ağzına fular doldurur, kaşlarını pipo çakmağıyla yakarım. burada popüler kimlik algılarından çok daha köklü ve esasen temeli ontolojik olan bir mesele var: her kavram karşıtıyla tanımlanır ve batı felsefesinin uzun yıllardır süren geleneğinin temelinde özne-nesne ikiliğini yaratmak, bunları ayırmak ve nesneleştirilenin bilgisine ulaşmaya çalışmak vardır. öyleyse bu davranış biçimi, kendini tanımlamak (belki sosyalleşmenin de bir parçasıdır ya da daha felsefece söylersek sözleşmenin) bir "diğer" tanımına ulaşmayı gerektirir. politikada çok bilinen ve en sık kullanılan bir yöntemdir bu, sanıldığı kadar sağlıksız falan da değildir. "onlar ... oldukları için" diye başlayan bir cümle kendi benlik/kimlik algısını oluşturmasını sağlar topluluğun. aynı şeyi zamanlar üzerinden de yapmak mümkündür ve bir o kadar sık kullanılır. az önce bahsi geçen "sözleşme" ile doğal durumdan ayrıldığını iddia eden bir insan topluluğu, bu sayede geride kalandan/bıraktığından ayırır kendisini: ala! başkasının durumundan yola çıkarak kendini ayıran ve tanımlamayı başaran, aynı şekilde kendi durumundan yola çıkarak başkasını (ya da başka bir zamanı veya durumu) ayırıcı bir şekilde tanımlayabilir. bu da bize son derece işlevli bir bilgi yöntemini verir: özne-nesne ikiliği oluşturmak.
10- dokuzuncu maddede anlatılan şeyin kötü bir yanı yok gibi görünüyor, gerçekten öyle. fakat bu madde aynı zamanda ayrımcılığın doğal ve dolayısıyla makul olduğunu söylüyormuş gibi de görünüyor, gerçekten böyle. hiç değilse bizim bildiğimiz kadarıyla batı geleneği eksenindeki düşünme, anlama ve yargılama formlarımız bu şekilde işliyorlar. öyleyse ayrımcılığı kabullenip sadece bunun nefrete dönüşmemesi için mi uğraşmalıyız? evet, ayrıca batı'nın ilmini alalım, ahlaksızlığını ellemeyelim, oldu! bu formülasyon bize, her şeyin yolunda olduğunu değil, her şeyin doğal bir biçimde çığrından çıkmaya hazır olduğunu gösterir sadece. yani bizim bireysel yapımızdan ve entelektüel zeminimizden bağımsız olarak içimizde bir yerlerde kökleri olan bir ayrımcılık yatıyor. bunun masumane olup olmaması değil bahis konusu olan, her an bir soruna dönüşebilecek bir şey olması. bugün için eşcinsellerle bir sorununuz yok, yarın diyelim sizi doğrudan etkileyen bir somut durum veya olay meydana geldiğinde, onları bu kimlikle ayırmayacağınızdan emin misiniz? ya da mesela galatyalılara düşman değilsiniz ama biraz pimpirikli olduklarını ve bunun da onları pratik olmaktan çıkardığını düşünüyorsunuz, bununla ilgili yapacağınız bir esprinin sonuçlarından emin olabilir misiniz?
11- elimizdeki ilk sonuca varalım, daha nietzsche'ye çok yolumuz varmış. tam da neyin, ne zaman olumsuzluğa dönüşeceğini bilemediğimiz ve olumsuzluk olarak baş gösterdiği anda onu ayırt edecek duyarlılığımızı yitirmiş olacağımız için bu meseleyle her an mücadele etmeliyiz. bu konuda başkalarına ders vermek kolaydır, asıl kendimizdeki ayrımcı yanları bulup köklerini kazıyacak şekilde (kazınır demedim) onlarla çarpışmalıyız. evet, bu satırların yazarı kürt fıkralarına da bayılır mesela ya da çoğu zaman kadınlarla ilgili olanlara hepimiz katılırız. son bir yıl içinde türkiye'de internet kullanıcı olup da "kezban" sözcüğünü kullanmamış olanımıza ilk taşı atma büyüklüğünü bahşediyoruz. şaka tabii, ilk taşı herkes atmalı ve önce kendisine, masumiyet bir hak değil, çok çok beklentidir.
bir ara bağlamak üzere bir kenara bırakalım, nasılsa tartışan çıkmayacak konuyu.
7- korku meselesi önemli ölçüde ekonomik bir temele sahip diyorduk. gerçekten biraz öyle; yerleşik olanın göçmen işçilerden duyduğu korku, göçmen olanın yerleşik olanın elinde olduğunu sandığı güce karşı duyduğu korku. çok yukarılarda bir yerlerde ilk çağdaki mısır ahalisinin durumundan bahsederken de buna benzer bir şeyler geçmişti, zengin mısır çokça işgale uğradığı için yabancılara yönelik bir korku ve dolayısıyla olumsuz tavır vardı, yoksa inanın, tanırım tüm mısırlılar muteber insanlardır.
8- tabii, korkunun merkezinin sadece ekonomik olmadığı iddia edilebilir. büyük ihtimalle haksız bir iddia da olmaz bu. sadece bunun çok yönlü olmasından başka bir başat etken aradığımız için korkudan ekonomi öne çıkıyor bizce. bunda düşünme ufkumuzun bir yerlerinde marksist bir duba olması bizi küçültmez, net tutar. ve bakalım nasıl başka etkenler söz konusu, genel bir bilinmeyene duyulan korku mu bu, yoksa daha çok kendini merkeze koyarak dünyayı anlamayla mı ilgili? açıkçası bu konuda çok spekülatif şeyler söylenebilir, yeter ki korkuda uzlaşalım.
9- diğer etken, kendini tanımlama ihtiyacının her zaman bir öteki olanı/başka olanı gerektirmesi. bu bölüm boyunca kullanılacak "öteki" sözcüğünü oral sander dilinden çıkmış gibi anlarsanız, hepinizin ağzına fular doldurur, kaşlarını pipo çakmağıyla yakarım. burada popüler kimlik algılarından çok daha köklü ve esasen temeli ontolojik olan bir mesele var: her kavram karşıtıyla tanımlanır ve batı felsefesinin uzun yıllardır süren geleneğinin temelinde özne-nesne ikiliğini yaratmak, bunları ayırmak ve nesneleştirilenin bilgisine ulaşmaya çalışmak vardır. öyleyse bu davranış biçimi, kendini tanımlamak (belki sosyalleşmenin de bir parçasıdır ya da daha felsefece söylersek sözleşmenin) bir "diğer" tanımına ulaşmayı gerektirir. politikada çok bilinen ve en sık kullanılan bir yöntemdir bu, sanıldığı kadar sağlıksız falan da değildir. "onlar ... oldukları için" diye başlayan bir cümle kendi benlik/kimlik algısını oluşturmasını sağlar topluluğun. aynı şeyi zamanlar üzerinden de yapmak mümkündür ve bir o kadar sık kullanılır. az önce bahsi geçen "sözleşme" ile doğal durumdan ayrıldığını iddia eden bir insan topluluğu, bu sayede geride kalandan/bıraktığından ayırır kendisini: ala! başkasının durumundan yola çıkarak kendini ayıran ve tanımlamayı başaran, aynı şekilde kendi durumundan yola çıkarak başkasını (ya da başka bir zamanı veya durumu) ayırıcı bir şekilde tanımlayabilir. bu da bize son derece işlevli bir bilgi yöntemini verir: özne-nesne ikiliği oluşturmak.
10- dokuzuncu maddede anlatılan şeyin kötü bir yanı yok gibi görünüyor, gerçekten öyle. fakat bu madde aynı zamanda ayrımcılığın doğal ve dolayısıyla makul olduğunu söylüyormuş gibi de görünüyor, gerçekten böyle. hiç değilse bizim bildiğimiz kadarıyla batı geleneği eksenindeki düşünme, anlama ve yargılama formlarımız bu şekilde işliyorlar. öyleyse ayrımcılığı kabullenip sadece bunun nefrete dönüşmemesi için mi uğraşmalıyız? evet, ayrıca batı'nın ilmini alalım, ahlaksızlığını ellemeyelim, oldu! bu formülasyon bize, her şeyin yolunda olduğunu değil, her şeyin doğal bir biçimde çığrından çıkmaya hazır olduğunu gösterir sadece. yani bizim bireysel yapımızdan ve entelektüel zeminimizden bağımsız olarak içimizde bir yerlerde kökleri olan bir ayrımcılık yatıyor. bunun masumane olup olmaması değil bahis konusu olan, her an bir soruna dönüşebilecek bir şey olması. bugün için eşcinsellerle bir sorununuz yok, yarın diyelim sizi doğrudan etkileyen bir somut durum veya olay meydana geldiğinde, onları bu kimlikle ayırmayacağınızdan emin misiniz? ya da mesela galatyalılara düşman değilsiniz ama biraz pimpirikli olduklarını ve bunun da onları pratik olmaktan çıkardığını düşünüyorsunuz, bununla ilgili yapacağınız bir esprinin sonuçlarından emin olabilir misiniz?
11- elimizdeki ilk sonuca varalım, daha nietzsche'ye çok yolumuz varmış. tam da neyin, ne zaman olumsuzluğa dönüşeceğini bilemediğimiz ve olumsuzluk olarak baş gösterdiği anda onu ayırt edecek duyarlılığımızı yitirmiş olacağımız için bu meseleyle her an mücadele etmeliyiz. bu konuda başkalarına ders vermek kolaydır, asıl kendimizdeki ayrımcı yanları bulup köklerini kazıyacak şekilde (kazınır demedim) onlarla çarpışmalıyız. evet, bu satırların yazarı kürt fıkralarına da bayılır mesela ya da çoğu zaman kadınlarla ilgili olanlara hepimiz katılırız. son bir yıl içinde türkiye'de internet kullanıcı olup da "kezban" sözcüğünü kullanmamış olanımıza ilk taşı atma büyüklüğünü bahşediyoruz. şaka tabii, ilk taşı herkes atmalı ve önce kendisine, masumiyet bir hak değil, çok çok beklentidir.
bir ara bağlamak üzere bir kenara bırakalım, nasılsa tartışan çıkmayacak konuyu.