bugün bir kızla konuştum: ne murad! değil tabii, hepiniz her gün birkaç kızla konuşuyorsunuzdur, benimki başka. şuradaki hikayelerin hiç değilse yarısının asıl kahramanı, benim asıl kahramanım olan kızla konuştum, evli ve bir kız annesi. neyse işte, hayat tam da anlattıkları gibiymiş, bütün o onu en üst perdede çözümleme mevzuları da kurtarıcı olamıyormuş. ne konuştuğumuzdan size ne, yaşlanıyor gidiyoruz ve bu gitmelerin her anında enikonu daha da mutsuz oluyoruz yaşlanıp gitmekten.

bakın benim büyük ilahi hünerlerim yok, hiç olmadı, ne de birileri gibi tanrının paralı askeriyim ki pişmanlıkla kapıma geleni lejyona yazayım. beyan olarak almayın, tescilli asker kaçağıyım. bu tanrı işlerine de biraz gıcığım. ne diyordu ali şeriati: "elinden kılıcı eksik etmeyenlere, ağızlarındaki tanrı buyruğu helal olsun!" ne diyorum şimdi ben: "çok şakacısınız beyim, zaten yenilmiş ve her gün biraz daha yenilmekte olan bizim gibilerin kafasına vurabilmek sizi daha büyük insan yapmaz, sanmayın ki daha büyük mümin yapsın." devam edeyim madem: "cennetiniz size kalsın, pek özgürlükten yanasınız, bırakınız kafamızı burada çekelim, ve bayım, biz silinecek aşk mektupları yazmayız ve sevdiğimizi huriler için geride bırakmayız."

bak orada bir de asıl mesele var: yaşlanıyoruz ulan! bence lacrimosa bile yaşlanıyor. ben daha gencim, tsk bilmese ergen sayılırım, bana göre yaşlanmak hala hoş bir şey, bak işte sakallarım çıktım, bak bir tel beyazlamış, mucizesi doğanın, kesinlikle doğanın. fakat bazı anlar var ki insan bütün lütufların ötesinde hissediyor yaşlandığını; ben eskiden bir öküz yesem rahatsız olmazdım, gaz yapsa geğirir geçerdim. bir keresinde yarım oğlak yiyip -yalanım varsa tanrı ansın adımı- 17 bira içtim, yarısı kırmızı. şimdi bugün üç lokma fazla yedim ya, bir paket sigara bitirdim rahat yok, üstüme üstüme geliyor bu toprak damlar. kırmızı marmara bile ağır geliyor. yaşlanıyoruz da bundan rahatsız olmaya başlamalar fena.

diğer konular, şu kız işi, sizin yüce tanrınız, bizi biz yapan şeyler işte. şöyle bir sorun var galiba, buraya kadar kimse kimsenin kim olduğunu bilmek ve hesap sormak zorunda değildi. mesela ben geceleri bir seri katil ya da bir pezevenk de olabilirim, mesela sen karısını döven bir zorba veya sağda solda her boku bildiğini kanıtlamaya çalışacak şekilde konuşan bir ukala dümbeleği de olabilirsin. so what? bunu mu tartışacağız. nasıl ki stadda herkes o an orada sadece takım taraftarlığıyla varsa ve bu iyi veya kötü kendi sosyolojisi ile varoluyorsa, burada da kimse kimseyi sorgulayacak değil. hepimiz masum ve hepimiz caniyiz ve inan bana burada yaptığımız her şey rol de olabilir, sanane!

kırmızı marmara güzel içecek, kadınlar güzel varlıklar, şiir acayip bir şey... ama bazen kahve içerim, bazen büyük şeyler düşünürüm, bazen metafizik okurum inanır mısın ve çocuğum ben senin sandığın kadar kolay kalıba alınmam, sen kendinden başla özgürleştirmeye, mümkünse ikinci sıraya tanrını al, zira elinde kılıç yok, inancın da çoğunun elindeki ihale senetleri kadar sağlam ancak. ve çocuğum, buraya yazmıyorum, bu ay dergiye yazacağım, istersen oku. avukatım tutuklandı, arkadaşımdır da. inan bana birlikte bir iki kere gaz ve su yemişliğimiz de vardır ve onun direnmesi de gazabı olacaktır kimilerinin. sen, ama bana şimdi eskaza avukatlar için türbanın serbest bırakılmasını özgürlük ve demokrasi maratonunda büyük bir adım olarak mı anlatacaksın.

yaşlandık diyorum ya, canım sıkılıyor eskiden özgürlük için savaştığımdan bahsetmekten. öyle ki artık bir daha hiç taş alamazmışım elime gibi geliyor. king theoden'in büyü altındaki haline dönmüş sanıyorum kendimi. öyle değil! pişmanlıksız dövüşürüz yine, dövüşüyoruz da. gel bana tebliğ etmekten vaz geç, pişman olmaktan da. gel madem, özgürlük için avukatlarımıza sahip çıkalım, türbanlarına değil, sonra açarız iki marmara.

sevgiler ve kırmızılar.
tümünü göster