sevgili phoebe;
uzatmadan, bir kızla tanıştım, beyaz, günahsız çarşaflar kadar beyaz!
saçlarının arasında birazcık tarçın artığı ve biliyorsun artık beni, hayalleri kırılmıştır bu kadar beyaz çoktan. tarifsiz yanı yok gibi, ama bir de bana sor, ne tarifsizlikle baktım ona ve ne utandım, inan bana sorsan bile bilemezsin. arıdan korkar, korkmayacağını umdum benden, o da beni canımın takıntısı, içli.
saçlarını sarıya boyamış, soracaksın hangi sarıya, sence bu kadar detay bilseydim bu yaşın ardından tanışabilir miydim hala yeni bir kadınla, sarı işte. kaşları ince, alınmaktan değil, hiç alınmadan ince, bir ara neden orada olduğumu sordu, hiç alınmadım hatta. ben konuşamam öyle zamanlar, anlamışsındır, baktım hep, hatta dinledim. işi gücü vardı, işlerini anlattı, bildiğim konular karışmadım. kollarına takıldı aklım, incecik ve biçimsiz sayılabilecek ve ancak benim baktığım ışıkta görünebilecek güneşten sararmış çok parlak tüyler. saçlarını beyhude boyamamış sarıya, fenasını da bildiğimden...
ona sordum bir şey bir ara, onunla ilgili. kimlik diyorsunuz ya, öyle bir şey, o kadar ince güldü ki gurur mu, şefkat mi, ben bile söyleyemem. başka da güldüğü oldu, hatta kahkaha, ama biraz eğilerek -ve elbisesinin yakası az kapalıydı bakamadım göğüslerine eğilerek- masada sallantı, ben gene sustum.
kimse kimseyi ilk defa görmez phoebe, bunu biliyorsun. ve çok güzel olmasının dışında bir şeyler olduğu için ve ben gözlerinin rengini tam bilmediğimden -lakin sabahlara kadar beyaz ve kirpikli- yanılmıyorsam ve zamanım da dolduğu için değil, sadece ojelerinin kahverengisinden, üstelik adı ezgi bile değilken ve sen görmediğin, bilemeyeceğin için... sınav takvimini öğrendim phoebe, aklımda bütün haftayı kantinde geçirmek vardı, fakat gelişmiş işler, bilgisayarda baktım, hem inan burcunu bile bilmezken baktım sınav tarihlerine, şimdi bu hafta uygun zamanlarda orada takılacağım. vaktin olursa uğra phoebe, üçüncü gözüm benim, bir de senle bakalım.
uzatmadan, bir kızla tanıştım, beyaz, günahsız çarşaflar kadar beyaz!
saçlarının arasında birazcık tarçın artığı ve biliyorsun artık beni, hayalleri kırılmıştır bu kadar beyaz çoktan. tarifsiz yanı yok gibi, ama bir de bana sor, ne tarifsizlikle baktım ona ve ne utandım, inan bana sorsan bile bilemezsin. arıdan korkar, korkmayacağını umdum benden, o da beni canımın takıntısı, içli.
saçlarını sarıya boyamış, soracaksın hangi sarıya, sence bu kadar detay bilseydim bu yaşın ardından tanışabilir miydim hala yeni bir kadınla, sarı işte. kaşları ince, alınmaktan değil, hiç alınmadan ince, bir ara neden orada olduğumu sordu, hiç alınmadım hatta. ben konuşamam öyle zamanlar, anlamışsındır, baktım hep, hatta dinledim. işi gücü vardı, işlerini anlattı, bildiğim konular karışmadım. kollarına takıldı aklım, incecik ve biçimsiz sayılabilecek ve ancak benim baktığım ışıkta görünebilecek güneşten sararmış çok parlak tüyler. saçlarını beyhude boyamamış sarıya, fenasını da bildiğimden...
ona sordum bir şey bir ara, onunla ilgili. kimlik diyorsunuz ya, öyle bir şey, o kadar ince güldü ki gurur mu, şefkat mi, ben bile söyleyemem. başka da güldüğü oldu, hatta kahkaha, ama biraz eğilerek -ve elbisesinin yakası az kapalıydı bakamadım göğüslerine eğilerek- masada sallantı, ben gene sustum.
kimse kimseyi ilk defa görmez phoebe, bunu biliyorsun. ve çok güzel olmasının dışında bir şeyler olduğu için ve ben gözlerinin rengini tam bilmediğimden -lakin sabahlara kadar beyaz ve kirpikli- yanılmıyorsam ve zamanım da dolduğu için değil, sadece ojelerinin kahverengisinden, üstelik adı ezgi bile değilken ve sen görmediğin, bilemeyeceğin için... sınav takvimini öğrendim phoebe, aklımda bütün haftayı kantinde geçirmek vardı, fakat gelişmiş işler, bilgisayarda baktım, hem inan burcunu bile bilmezken baktım sınav tarihlerine, şimdi bu hafta uygun zamanlarda orada takılacağım. vaktin olursa uğra phoebe, üçüncü gözüm benim, bir de senle bakalım.