sevgili phoebe;

umut sarıkaya'yı seviyorum phoebe, ama herkes sevdiği için bir parça elem de duyuyorum kendi ilgimden ve pek de söylemiyorum o yüzden. eleman büyük ihtimal bizim kuşaktan ve bizim kuşağın bizzat yaşadığı, sizin kuşağın (aramızda kuşak farkı mı var phoebe?) geyiklerinden bildiği dütün saçma trendlerin detay detay ağzına sıçıyor. ben o yüzden seviyorum propozisyonlarının muhteşem olduğunu düşünerek seven varsa, onun da sanat bilgisine sä±ã§ayä±m.
http://www.karikaturbul.com
iåÿte bu karikatürü biz çok yaşadık, çok da anlatmaya çalıştık, beceremedik. sana da bahsetmiştim bir ara bizim kuşakta şizofreni başta olmak üzere mental hastalıklara duyulan hastalıklı ilgiden ve bundan nasıl nefret ettiğimizden. hatta hüseyin hilmi bulunmaz, bir defasında "ben şizofrenleri severim, oğlum da şizofren olsa olur" dediğinden beri ben sözcüğü ağzıma almamaya çalışıyorum, işler her an fena yerlere gidebilir. tüm bu açıklamaları birazdan anlatacaklarım beni yanlış yargılamana yol açmasın diye yapıyorum, ne çok açıklama yapıyoruz bir de demek ki o kadar yabancılaşıyoruz. ondan sonra uyuşturucularla ilgili açıklamalar yapmamak için peşinen not düşeyim, hiç hazzetmem uyuşturucudan; çok pahalı ve çok popüler. ha bak aklımdayken konu, ozan doğulu'yu kokain operasyonunda almışlar, adam şöyle ifade vermiş: "yurtdışında kullandım, yurtdışına çıkınca kullanıyorum, ama kesinlikle türkiye'de kullanmadım, kullanmam da" gibi bir şeyler. hayır milliyetçiliğin detoks etkisi mi var, neyi var. bunlar nasıl saçmalıklar phoebe?

bu konuya şuradan gelmiştik, sana bir öyküden bahsedecektim. ve bunu da aslında sen pek öykü roman okumadığını söylediğin zamandan beri, sıkça yapasım olduğu için ne okusam sana aktarasım geliyor. bir anda bana çok önemliymiş, hayatın sırrı falanmış gibi görünüyor okuduklarım. neyse işte burada phoebe, adam şizofren olan karısını anlayabilmek için lsd kullanıyor ve uçuşa geçmeden hemen önce düşündüklerini aktarıyor ursula le quin:

"... karısına yetişmeye çalışıyordu. insanın karısının delirmesini izlemesinden beter bir şey varsa, o da onun peşinden gidememesiydi. bir bakıyorsun karın arkasına bile bakmadan her gün daha da uzaklaşıyor, sessiz bir uçuşun derinliklerine dalıyor. lirler suskun, psikiyatristler ise yalancı. sen kendi akıl sağlığının camdan duvarının arkasında dikiliyor, havaalanı penceresinde bir uçağın düşüşünü izliyorsun sanki."

akıl sağlığımızın camdan duvarı, bu bana çok önemli geldi phoebe. sadece akıl sağlığımızın değil, gönencimizin de camdan duvarı var, başarılarımızın, huzurumuzun, aşkımızın ve hatta umudumuzun camdan duvarları var. biz ne vakit birinin felaketiyle karşı karşıya gelsek bunlardan birinin camdan duvarı bizi ondan başarıyla ayırıyor. ve ne zaman başımıza bir felaket gelse çok uzun zaman alıyor kavramamız başka insanların da camdan duvarları olduğunu. aslında genelleme yapmamdan hoşlanmamalısın ve hatta sana büyük sırları ifşa ediyormuş gibi anlatmamdan da ama benim elimde kalan tek camdan duvarım da bu phoebe, kalanı ötebaşı paramın düzenlilemeye zor yettiği şarap şişeleri.

neredeyse haftalık periyodlarla tekrarlanan bir ankara-istanbul yolculuğu sırasında yanımdaki arkadaş le quin'in öykülerini okuyordu, yarı uyumaklı bana bir öykü okuttu, kaç zamandır onu bulup okumak istiyorum. bu kitabı da öyle aldım, bundan da çıkmadı phoebe. o öyküde öleceği günü öğrenen birisinden söz ediliyordu, tek hatırladığım bu ve elbette cildi parlak kağıt kaplı pahalı bir kitaptı. işte böyle böyle bir yazar hayatına giriyor, hayatının genelini değil ama hayatının geneline dair genel düşüncelerini değiştiriyor gidiyor, fena şey değil. bu aralar kendi kendime hatırladıkça güldüğüm bir başka şey var, marks'ın proleter kavramını bilip bilmeden yorumlayan ve zırvalayan bir hocam var phoebe, göt etmeye yaklaştığımda çamura yatıp "ben epistemolojik bir yorum getiriyorum ontolojik değil" diyor. buna neden güldüğümü uzun uzun anlatabilirim, ama hakikaten uzun sürer. işte ben o zamanlarda biraz marks bilen camdan duvarı ince olan birileri olsun istiyorum ki o açıklamaları yapmaya gerek kalmadan birlikte gülelim. ve sizin kuşakta (aramızda biraz kuşak farkı olmalı phoebe) pek az kişi marks bildiği için 70 kişilik sınıfta ne zaman ağzımı açsam sanırım adım her seferinde kötüye çıkıyor. kapital 1. cilt, sayfa 586, dipnot, marks'ın proleter tanımını özetliyor. ve bir de artık birileri hocalara söylesin artı-değeri sınıftaki zavallı masalarla açıklamaktan vazgeçsinler. o masalar hakikaten çok acıklı hikayelerin sahipleridir phoebe, fizikte kimyada sizin laboratuarlarınız var, felsefede ne olsun, anca masa. ve biz ne zaman bir filozofun düşüncelerinden (özellikle bilgi sözkonusu olduğunda) bahsetsek "bu masa" diye başlarız, öneğin berkeley ve daha da örneğin onunla karşılaştırılırken locke, hatta saygıyla örneğin kant. masa da masaymış ha phoebe, daha bir kere "bilinmiyecem ulan, siktiringidin" dediğine denk gelmedim.

camdan duvarlar meselesinden senin yazdıklarını yanıtlayacaktım aslında, ama sonra anlattıklarımla bunu neden yapmadığımı anlamış olduğunu düşünüyorum. ben açıklama yapmak yerine açıklamalara gerek olmayan yazışmalarımız olsunistiyorum. ve bir ara konuşursak bunu daha çok anlatacağım. şimdilik ne yoksulluğun, ne çaresizliğin, ne çabanın, ne siktiretmişliğin, hatta ne de sevginin günahlarımızın üstünü örtemeyeceğini söylemek istiyorum. hiçbirimiz sonsuz bir güveni hak etmiyoruz, bunu aramaktan vazgeçmediğin sürece de duvarlar önündeki konumun değişmeyecek. bana öyle geliyor da olabilir phoebe, bana çok öyle gelir.

bak bir de rüya gördüm bugün. chp mitingine katılıyorum, yeterince fena gelmediyse, zaten isteksiz katıldığım mitingte iki kadının arasında kalmış olduğumu da ekleyeyim -hayır cumhuriyetçi teyze tiplerden değiller. yalnız asıl ilginç olan mitinge giderken elimde market arabası ve içinde de su dlu şişeler var, bir sürü şişe, herkes bana garip garip baktığı için bir süre sonra taşımayı anlamsız bulmaya başlıyorum, şişeleri ayıklıyorum falan, atmadıklarımın hepsi de patlak çıkınca arabayı yol kenarına bırakıyorum. o da nesi araba yol kenarına bırakılınca market sepeti olarak görünüyor gözüme, orada aldırmayıp devamn ediyorum. yalnız sonradan dikkatimi çekiyor, ben birkaç rüyada daha market arabası gördüm ve sürdüm ve ne zaman kenara bıraksam sepete dönüştüler. bak bu bana gerçekten ilginç geliyor, rüya görürken kendi psikanalizini yapmak ise korkunç keyifli, bunu rüyada ve o anda yapmak gerçekten muhteşem. bir ton uyuşturucu alıp, uçmak ve ama aynı anda uçuşunu izlemek gibi. chp mitingini ise inan hiç anlamadım. son not phoebe: uyuşturucuyu övmenin yatılacak yeri yok, çok lazım olursa da kutsal vatan toprağımızda değil yurtdışında öv phoebe, öyle!
tümünü göster