iki büyük patatesi soymaya koyulan zühre'nin telefonu kesik kesik titredi. mesaj murat'tan geliyor ve "ben şimdi yatayım, ama akşama doğru kalktığımda orada yazıyı görmezsem o zaman sen düşün." diyordu. "he yavrum he." deyip bıraktı kenara telefonu zühre. oturduğu yerden on dakikada sayfalar dolusu hikaye yazabilen biri olan murat, yazma kabiliyetine yaptığı baskıyı da eklediği zaman çekilmez oluyordu bazen. tamam bunu kendisinin iyiliği için yapıyordu eyvallah, ama beyin kimyası denilen şeyi de anlamıyordu işte. zühre'nin yarın asla bugünküyle aynı biçimde bakamayacak gözleri vardı. onun için bir kaleydoskoptu dünya. gözü oradayken ne yazacaksa yazacaktı. yazıp o sırada bitirecekti. tutarlı bir biçimde sürdürebileceği bir hikaye yazabilecek olsa oturur roman yazardı zaten.

şimdiye dek bir işi çıkınca sonra yazarım diye yarım bıraktığı hiçbir hikayeyi tamamlayabildiği görülmemişti. dün yazdığı bölüm mesela; ne kadar anlaşılmaya meraklı ve ne kadar sıkıcıydı. o kadar sıkıcıydı ki bunu okuyan biri değil, ancak devamını getirmeye çalışan biri fark edebilirdi. şimdi oturup sıfırdan bir bölüm yazması ve daha da kötüsü, bunun tamamlanmış bir bölüm olması gerekiyordu. yeterince zaman isteyen böylesine önemsiz bir iş için, sevdiği adamla geçireceği bu şiir gibi günü harcamak mı? ne zannediyorlardı bu insanlar kendilerini koduklarım?

sessiz sessiz düşünürken sesli sesli gülmekten kendini alamadığı için arda'nın şaşkın bakışlarıyla dürtülmesi kaçınılmazdı. "patatesler birazdan hazır olur." dedi ona dönüp, "hadi sen gökhan'ı uyandır, ben de sofrayı hazırlayayım yoksa bu bölüm de böyle kalacak."
"hangi bölüm?"
"hadi git uyandır şunu sen."
tümünü göster