"kurgu yeteneği yok bende, sanki bilmiyormuş gibi bana böyle hikayelerle geliyorsun." dedi. elindeki poşeti yere bırakıp aynı elinde zorlukla tuttuğu sigarasından bir nefes çekti. "ben rüyalarında bile günlük yaşamından kesitler gören bir insanım, yazamaz benim kafam. hı hı çok kolay. sana kolay o. iyi tamam. tamam elimden geleni yapacağım diyorum. ama bugün olmaz. işlerim var işte. tamam sen yaz bir şeyler sonra bakarız. gökhanlara gidiyorum şimdi. bilmiyorum. yok belli değil şimdilik hadi görüşürüz sonra. sağol. tamam görüşürüz."

telefonu cebine koydu. sigarasından hızla bir iki nefes çekip kalanını yere attı. kulaklıklarını taktı ve yere bıraktığı poşeti alıp yürümeye devam etti. erkenden uyandığı bu güzel sabahı ve kendisini bekleyen saatleri düşününce son günlerde yüzünden eksik olmayan o aptal gülümseme yeniden yayıldı oraya. mutlu olunca ne yapacağını bilemediği için, yapacağı ilk şey o mutluluğu sorgulamak olacaktı elbette. cesaret mi şimdi bu diye sordu içinden. sözde daha fazla dram istemiyorum ama nerede drama dönüşeceği belli bir hikaye görsem pat diye içindeyim. sanki bir gün bir hikayenin içine gireceğim ve bütün akış bir anda bozulacak. hiçbir şey eskisi gibi olmayacak artık. bu kendini bir halt zannetmek değilse nedir.

cevabı kulağındaki şarkıya içinden eşlik ederken buldu. you make me feel like i am whole again. hayır, ona güveniyordu bu denli, kendisine değil. tıpkı murat'la birlikte yazmaya çalıştıkları hikayeler gibi. sonuçta birlikte yazılan bir hikayeydi bu da. tek başına ne kadar mahvedebilirdi ki. her şeyi doğru yapan bir adamla beraberdi, yani her şeyi yanlış yapsa bile üç yanlış anca bir doğruyu götüreceğinden... yine başlamıştı işte. en büyük sorununun ciddiyetsizlik olduğuna tekrar iman edip, bu soruna bir ara ciddiyetle eğilmeye karar verdi. sonra bu kararın komikliğine güldü. neyse ki hikayeye dönmesi çok uzun sürmedi ve bir kaç dakika sonra rıhtıma dik inen sokakların sonuncusuna girdi. yaklaştıkça yüzündeki ifade daha da aptallaşıyordu. sokağın sonuna kadar yürüdü ve bir binanın ağır demir kapısını iterek açtı. birkaç merdiven sonra binanın yüksek girişli birinci katındaki tek dairenin kapısını çaldı. kulaklıklarını çıkarıp cebindeki mp3 çaların yanına tıktı. ayaklarının önünde duran iki eski ayakkabıyı kenarda duran bir başka çiftin yanına itti. kapıyı açan adamın yorgun gözlerine yine o çarpık gülümsemeyle baktı.

"günaydın."
"hoş geldin."
"uyumamışsın daha?"
"o kadar yorgunum ki uyumaya bile üşeniyorum."
tümünü göster