sevgili phoebe;
farkındasındır, sorularına pek yanıt veremiyorum. genelde ya çevrelerinden dolanıyorum ya da üzerlerinden atlıyorum. ve daha çok, çok hem de sorular soruyorum. bu bir çeşit sportif faaliyet gibi görünse de değil, benim genel halim biraz, biraz da korkaklığın eseri. neden korktuğumu bilmiyorum, sen de neden korktuğunu bilmiyorsun. böyle olunca soru sormak ve cevap vermemek bir spor dalı olarak kayda bile geçirilebilir hale geliyor. sonra konuşurken ne zaman kendimden de bahsetmem gerekse -soruyorsun bazen çünkü- yine sorular sorarak eğlenesim geliyor, şapkayla bere, bıyıkla sakal konusunda sabrını sınadığım için üzgünüm. ve bu konuda kafa yorduysan daha da üzüleceğim, çünkü ben bunları hiç önemsemiyordum. sadece sorular sormakla uğraşmalıydım, başka ne işe yararım ki?

evlenme konusu çok acayip bir şey. senin nasıl bir yol izleyeceğini inan hiç bilmediğim gibi hiç de karışabilecek biri değilim. yalnız birkaç kere karışmışlığımı isteyen insanlar olmuştu, sanırım artık çok pişmandırlar bana sordukları için. bir kız vardı mesela, sevdiğim çok geveze, az deli, pek insan; o çok korkuyormuştu, ama nişan falan da yapılmış, sormuştu, ne diyesiydim ki? ben öyle durumlarda hep benden onay bekleniyormuş gibi hissediyorum ve korkuların yersizliğini falan tembih ederek... neyse evlendi o kız, şimdi boşanmaya çalışıyor. demek ki uygun bir merci değilim danışmak için. benim tecrübem ise çok daha başka olmuştu. 98'de geçiyor olaylar, anlatayım mı, çok mu sıkıcı olur? o vakit evlenebilirdim gibi geliyor bana kısaca, zaten biraz evli gibiydik, resmi işlemler yoktu sadece aramızda. sonra araya bir şeyler girdi çıktı, sonra ben hiç karar veremedim, o başkasıyla verdi çok sonra karar, şimdi boyunca çocuğu var. o zaman öyle karar veremedim ya, o içimde dert olmuş sonra (daha yakın tarih) bir kere direk verdim kararı, ama gerçekleştiremedim. yani elimde bir karar veremeden yapılmış evlilik, karar verilip yapılmamış evlilik var, ikisini toplasak sıfıra bundan daha yakın olabilir miydik?

sonra phoebe, zarfların en güzeli 'sonra'dır phoebe, verebildiğim kararlar daha basit konularla sınırlı kalır oldu. ve ne zaman ciddi bir karar vermeye girişsem hep en hatalı seçeneği denk getirebildim, o seçeneklerin diğer ortak özellikleri ise en kolay yerde olmalarıdır. zaten testlerde de a şıkkı istatiksel olarak en yanlış şıktır ve ben hiç kaçırmam. sana hiç kızmadım phoebe, bundan sonra da kızmam herhalde, bunu sorduğun hatta "bildiğini" sandığın için söylüyorum. ama kendime ara ara çok kızıyorum phoebe, onu da anlayamıyorum, ama kızıyorum. bütün kötü huylarımı dolaptan yere silkiyor, sonra katlayıp katlayıp yerlerine koyuyorum, dolabın kapağını kapattığımda 6 aylığına unutuyorum kendimi.

sana başka bir şey anlatacaktım phoebe, biraz komik durabilir bu yeni uydurulmuş kavram ama yapacak bir şey yok phoebe, elimizde bu var. yabancılık, genel bir yabancılık hali diye bahsettiğim şey, dışında kalan tüm diğer şeylerle arandaki normal olmadığı apaçık ortada olan bağdır. bunun bir diğer türü yabancılama olabilir ki bu durumda sorunun kaynağı sen olacağın için hoşuna gitmeyebilir, ancak ikincisi birincisine göre daha tedavi edilebilirdir. tedavi de neyse. zarfların en güzeli mazrufu doğru muhafaza edendir phoebe, ben çok yanılıyor da olabilirim. kimseyi senden taraf bilmemek bir rahatsızlık mıdır bilmiyorum mesela ama ciddi şekilde rahatsız edeceğine eminim phoebe, hiçbir yere ait olmamak (olamamak değil, o şımarıklıktan olurdu), genel olarak anlaşılmamak ya da hep genel anlaşılmak, bunlar ciddi rahatsızlıklar verebilir phoebe, aşkın bile ölümün sınırında gezinebilir (omayra gibi) dikkat et phoebe.

havalar yine soğudu phoebe, sert ve soğuk bir rüzgar var, yan komşunun brandası çok ses yapıyor phoebe, bazen bu sesleri yorumlamaya kalkacak kadar çok zaman geçiriyorum bu odada. seslerden brandanın hislerini çıkarmaya çalışmak bir tür delilik mi phoebe, yoksa o da sadece benim salaklığım mı, çünkü eminim kimselere ait olamayacak türden bir salaklığım var. bir iş bulmam gerek phoebe, ne tür bir iş olursa olsun çalışırken rahatlamam ve kesinlikle çalıştığım yere ait olmadığımı hep hissetmem gerek phoebe. bana bahşedilen tek tanrı lütufu da bu işte, çöllerde kaybolmak (istersen koşmak diye iyi niyetli ele al durumu) buna benzeyen bir şey midir acaba? kimse kadar ve kimsesizlik gibi.

iş için form dolduruyorum, fakat beni gözleri tutmuyor phoebe, beğenmiyorlar. oysa ucuza ve çok çalışırım ben, yeter ki işe alsınlar beni, bir iner bir çıkarım yokuşu, ağzımda türkü bile bulamazlar. beni niye işe almak istemiyorlar phoebe, "herkese iş var ismail'e yok öyle mi, ismail'e gene kapı göründü yani" diyen ismail abi kadar bile değilim halbuki, ne denize el sallarım, ne de deniz var burada yakınlarda. bir de bugün yine gördüm o kuşu phoebe, geçen yıl çokça görürdüm yükseklerden uçarken, bu sefer daha yakından gördüm. ne olduğunu bilmek isterdim phoebe, kartal mı yoksa başka tür bir alıcı kuş mu? ama çiçek isimleri gibi, kuşları ve diğer hayvanları da öğrenememiş biz şehirliler için bunu yapabilmek pek mümkün değil phoebe. o civarda arıtma var ve o hep oralarda uçuyor, sanırım fareleri kesiyor yüksekten. yakınlarındaki çöplükten gelen martılar olduğu için onun martı olmadığını hemen anlayabiliyorsun, en az iki kat büyük onlardan ve hiç kanat çırpmadan havada bir yerlerde neredeyse sabit durabiliyor. bir hayranlık duyuyorum ona nedensiz olarak ve hiçbir zaman konuşamayacağımızı, dahası beni fark etmeyeceğini bilmekten garip bir şekilde rahatsız oluyorum.

bir de geyiklerim var benim. onları daha çok seviyorum, daha çok seyredebildiğim için. okulun arka tarafında bir yol var, yoldan ziyade patika. bir tarafı okul ormanı, diğer tarafı çitle çevrilmiş okul ormanı, çitle çevrilmiş kısımda tavşan, geyik, keklik falan besliyorlar. aslında besledikleri söylenemez, hayvanlar serbestçe yaşıyorlar orada, bir bölümünde yaban domuzları bile varmış, ama o kısmı göremedim. işte ilk defa tesadüfen yürürken orada gördüm bir tanesini, insan bir hayvana aşık olabilirse eğer o gün gerçek bir deneyim yaşadığımı söyleyebilirim. benim zaten bir parça hayvan olduğumu iddia edersen bu deneyim normalleşebilir de. sonraları neredeyse her gün oradan geçer oldum, hatta bir keresinde sekiz tanesini bir arada bile gördüm, karşılarında oturdum, bira içtim, seyrettim, sigara yaktım, onlar da beni seyretti. binlerce kez imgelerine tanık olduğumuz, hatta bambaşka bir anlamda adlarını bu kadar sık kullandığımız bu hayvanlara tanık olmanın ne derece büyüleyici olduğunu anlatmak mümkün mü? üstelik biraz ineğe, biraz ata falan da benziyorlar, o kadar da yabancı olduğumuz şeyler değil yani. ben kedi falan beslemiyorum ankara'dan beri, pek hayvansever olduğum bile söylenemez, ama geyiklerimi çok seviyorum, bıraksalar onları seyrederek ömür geçiririm. bırakırlar mı sahi phoebe, öyle bir iş bulsak ya bana, doğal park bekçiliği falan, bulabilir miyiz phoebe?

bir de evet trabzonsporlusun, bunda tuhaf bir yan yok. yalnız ben hiç de fenerli olmadığım halde fener'in şike yapmamış sayılmasını isteyenlerdenim, eğer şike kanıtlanırsa trabzonspor şampiyon olacağı ve sosyal sonuçlarından bir fazla robi'ye borçlanacağım için. olmasın değil mi öyle phoebe?
tümünü göster