sevgili phoebe;
hala kızgınım galiba biraz da sanki parmaklarımdaki eklemler ağrımış, gerçi bunun soğuğun etkisi olması da muhtemel, ama bana kızgınlıktan kaynaklanmış gibi geldi. kızgınlığım sana değil, aslında doğrudan birisine bile değil, geçenlerde anlattığım gibi zaten artık doğrultulmuş kızgınlıklar yaşayamıyorum. kolay anlıyorum, fakat bir türlü anlaşılamıyor muyum nedir! belki benim kolaycacık anlar hale gelmem pek anlaşılmadığım düşüncesinin dışavurumudur. yahu basit bir şey, ben bilmiyor muyum, numara istemeyi, sıra beklemeyi, gişe işlemlerini falan da sen kalkıp eyleme geçiyorsun arkadaş! hayır, tatlı tatlı aracı ol işte, eğlencesi burada değil mi ki bu işin zaten. arada işkence edersin hatta canın isterse, sonra bir anda müşfik davranırsın, tanrı gibi hissettirirler sana, ama yok illa bir yerinden büyü bozulacak, kara büyülere gelesice kara kız!

neyse sorunu tanımlamaya falan çalışmayacağım, zaten biliyorsun. ve en kötü senaryoyu düşünmeye gerek olmadığını iddia ediyorsun ya en kötü senaryo orada canlanıyor kendiliğinden. neredesin, bunu biliyorum, bununla ilgili ayrıntıları merak ediyorum, ayrıntıları öğrenmek için soruyorum, yanıt alıyorum, bazen sorabilmek için ayrıntı ekleme ihtiyacı duyuyorum, ilgilenmesem de ilgilenmiş görünüyor ya da çok ilgili olup esasında ilgisiz görünüyorum: vay! bir de işte tam orada başka şeyler de başlıyor -mevzu anlaşılmak ya oraya doğru geleceğiz. nerede olduğunun, kiminle olduğunun, ne yaptığının bilinmesi çok zaman seni sen olmaktan çıkaran şeyler değil midir? bütün çağcıl (uyduruk görünüyor ama gramere uyar bu sözcük, çağdaştan daha uygun hatta) sıkıntı orada değil mi, çok zaman ne olduğumuzdan ayrı görüntülerimizle, gösteren ya da göstergelerimizle zuhur etmekten rahatsız değil miyiz? düşün we'yi we olarak bilmek ne güzel, ama mesleğiyle tanısaydım, diyelim banka memuru, kafamda bu profile uygun üç kuruşluk kalıplarla yer bulacaktı, hani ya da benim 50 de gram pastırmam ya da anlaşılırlığım? tamam oto sanayinde olmak benim bile kolayından kalıplayabildğim bir şey değil, şablona oturtsam köşelerden puntolasam dedim ama zor geldi inan.

işte bu anlama hikayesi böyle, hermeneutik bir çaba olacaktı ve mümkünse öyle kalacaktı ama bizimki. bu arada eskiden ne çok gevezelik edilirdi bu hermeneutikli, semiotikli, modası mı geçti, bana mı denk gelmiyor? habermas abi vermiş kendini ab işlerine, başmüzakereci mübarek, ondan mı unutuldu kavramlar? ve nihayetinde kimliksiz bir anlaşılma istemek için çok mu ergenlikdışıyız?

oto sanayi neresi yahu? ivedik civarında vardı bir tane, başka da benim hatırladığım bu şekilde anılan yer yoktu o vakitler. kurtuluş kolej arası gibi belirsiz ama çok belli, imgesindeki bolluk kendinden menkul bir mekan tarifi değil ama gene de hoşuma gitti. ve sanayi sitelerinin aslın da nasıl yerler olduklarını anlatacaktım, biraz biliyor olman işi de kolaylaştırıyor. işte mesela oralarda bu anlaşılma işi daha belirgindir. uzaktan bakarsın, sorarsın, mesleğiyle anılır adam, elektrikçidir, tornacıdır, kauçukçudur, bitti geçti afedersin. fakat bunun ötesinde zaten üzerinde iş kıyafeti olduğu için kimlikler içerdekilere karşı daha açıktır, tabii ki çaylarda, öğle paydoslarında. gidersin oranın kahvesine öğle saatleri, herkes herkese dair ne tuhaf detaylar verir ve epey de açıktır insanlar, gerçi çember biraz dar ama idare edilebilir. sonra sonra biraz zaman geçerken tipler belirginleşir, mesleki kalıplarından çıkarlar kimlik kazanırlar, stanislavski gelir orada durur, izlediğin kadar sahiplenirsin. neşesi olan yerlerdir sanayi siteleri, ben severim, allah kimseyi düşürmesin.

derli toplu olmadı şimdilik, yarın devam ederim.

bak bir de aklıma geldi, benim yattığım yerin hemen yanında bir cam, dışarıda onun yanında da yan komşunun mutfak balkonu var. garip bir mimari olduğunu kabul etmeye hazırım elbette, o değil sorun. bu komşu -hatta bana da akıl danıştıktan sonra- balkona esnaf tentesi yaptırdı, yağmur bilmemne girmesin diye. çok istedim efendice pimpen kapatmasını ama komşu nezaketiyle söyleyemedim. şimdi rüzgarlarda bu tente uçuşup, uçları nasıl becerebiliyorlarsa kendileriyle çarpışıp çok -ama inan phoebe, fena çok- acayip sesler çıkarıyorlar. ev korku filmi sesine döndü yemin ediyorum. buna bir de benim zamanında pencere pervazına kuşlara yem vermek için yaptığım tuhaf suluğun tam içinden geçen rüzgarla ıslık çalmasını ekle, artık nasıl bir senaryo çıkıyor tahmin edebilirsin. bundan rahatsız mı olmalıyım?
tümünü göster