sevgili phoebe;
demişliğim vardır sana, hepimiz biraz yaptığımız işin şeklini alıyoruz. 10-12 yıl evvel bir arkadaşa "bak mesela, tesisatçı dediğin bile boruya benzer" diye anlatmışım konuyu, hala hatırlatıyor. hayır, arada tesisat işleri yapmayaydım gene problem etmezdim de. neyse işte herkes yaptığı işin şeklini alıyor. diyelim kimisi ölmek için ayağa kalkıyor da kimisi serçe parmağını sehpaya çarpıyor. ayağını sakatlamış birisini tanırım öyle vura vura sehpalara, ne diyeyim, göstermeyi bilmesem de çok üzülmüştüm, kıyaslamak için binlerce insanın öldüğü bir depremden daha üzücü bulmuştum diyebilirim. herkes şeklini alıyor duyduklarının, onlar da en yakınlarındakiler.

sana başka bir şey de anlatacaktım, ama unuttum. ve çok severim anlatacak olup da unutmayı. biz de yaptığımız şeyin şeklini alıyoruz, seninle ikimiz. fakat bizim yaptıklarımız o kadar sık değişiyor ki. belki bir şey yapmıyoruzdur. belki dişçinin ofisinde okunulan bekleme dergileri gibi alıyoruz hayatı, vakit geçirici, sonra aniden dikkatini çeken bir şey olduğunda... sahi ne yapıyoruz phoebe? uzun açıklamalarla uğraşmadan ne yapıyoruz ki. ben skyrim oynuyorum bu aralar -iyi geliyor depresyona- ve yolda yürürken denk gelen otu "aha tundra cotton!", "ahanda snowberries!" diyerekten toplayası oluyorum. çok mu düşmüşüm içine, sonum dizimde bir ok mu? iyi de ne yaptığımızı bilmiyoruz ki.

benden çok senin ne yaptığını anlayamadım. yok iki kynicten bir ev olmaz derler, derlerse tabii... ama tek kynic'in hikayesi anlatılıyor binlerce yıldır, belki iki kynic bir olsa gönüller...

pasaklılığımız kadarız değil phoebe? bak 'mi' ekiyle ilgilenmiyorum bile pasaklılığımızın süsü diye, onu nereye sakladın phoebe, ben yazlık şortların altında tutuyorum iyi mi? gene de hep özeneceğiz sandık almaya galiba, sen daha az san phoebe!

sen kuzgun saçlısın phoebe; yanılabilirim, kafamda çok bir acayip sarhoşluklar, üç bozukçakmakla bir cigara yakamıyorum. kumralsın biraz ve eminim denedin kızılı! ama beni bildin mi dekont kağıtlarına (inceler ya) cigara sarıyorum. hünerlerim bunla da bitmese -kimse inanmasa da- sanayide kaynak işlerinden kalan vakitte volta atıyorum. kızılı denemediysen dene phoebe, ben severim. haşa! yanlış anlayasın diye demiyorum bunları, okudum onca da aşık falan değilim sana (aşık olmadığım çok oluyor) parmağını incitsen saçlarını okşarım da ne o tarafa uğrarım, ne çağırırım seni. bizimki işte biliyorsun kunduralar aynalı...

ibne bile olamıyorum phoebe, oysa ökçelerime taksam şehri... sen kaldığı kadar bir şehre lanetleniyorsun, ne denizi kaldı ağzında, ne rüzgarı; sen fena anlamıyorsun phoebe! o şehir kadar deniz, o şehir kadar rüzgar pek bulunmuyor. dünyanın hangi şehrinde o kadar hayal edilmiş mavi deniz, hem kurtuluş kolej arası kar basarken.

ve birgüngenekurtuluştankolejegiderkene...

kurtuluş parkı kar tutar, erimez kolej yolu, çatışmalar bir molotof aydınlığında, ne aradım ne buldum?

phoebe;

karanlık aralar çağırıyor beni. hayır! hiçbir şey olmuyor, bak yılbaşı gecesi, kimseye sözüm bile yok, üç şişe şarap, iki paket camel, illa bir gazoz, mutlaka uludağ! ölmeye ne kadar kaldı ki phoebe, bakar mısın saatine?
tümünü göster