işçilerin servisi, askere erzak taşıdıkları görülmesin diye, her sabah yüz metre kadar ötemize bırakıp kaçıyor malzemeyi, biz de kendi aracımızla gidip alıyoruz sonra. günlük erzak sistemimiz(!) bu. bir de başıboş atlar var bu dağda. evet, bildiğiniz at. sürü halinde dolaşıp otlamak için sık sık karakol civarına da geliyorlar. köpekleri çıldırtmak ve köpeklerin havlamasıyla bütün uyuyan nöbetçileri sıçratmak hobileri galiba. ve bu iki saçmalık benim nöbet sahamda birleşiyor bazı sabahlar: askerin menemeni asfaltın ortasında nazlı nazlı yatarken, atlardan biri sırıtarak gelip ağzıyla kurcalamaya başlıyor...

işte o eşsiz anlarda ben, bir elimde g3 bir elimde taş, üstümde çelik yelek başımda kask, bomba imha uzmanı bir kaplumbağa tipimle, yerimden fırlayarak ve taşı fırlatarak, kahramanca koşuyorum günlük istihkakımızın yanına. menemen bu, boru değil. sonra nefes nefese oraya vardığımda biraz durup yukarıdan izliyorum kendimi; raman dağının başında, hem kıçı hem başı bana dönük bir atla, kasklı kafamdan büyük iki tane lahana, biraz biber biraz yumurta, karakolun elli metre dışında, bilmiyorum söze gerek var mı? böyle bir sahnenin ortasında kalıyorum. hani google'a sex yazarsın da daha lafını bitirmeden sex and the city çıkar ya. işte o kadar yanlış anlaşıldığımı düşünüyorum bazen hayat tarafından. hayır hayat, bunu demek istememiştim.

sanatçılar ve yazarlar için yazılmış ansiklopedik cümlelerin komikliği geliyor aklıma. goethe'nin eserleriyle karşılaşması onda büyük değişimler yarattı. nasıl büyük değişimler? nerval, istanbul gezisinde en çok mezarlıklardan etkilenmişti, o türden. bunu öğrendiğim iyi mi oldu? hayır, liszt'in kadınlarla arası her zaman iyi oldu. nasıl iyi oldu. onlarla yatıyor muymuş, yoksa kadınlar başkalarıyla yatıp sonra gelip bunu liszt'e mi anlatıyorlarmış? ikincisi biraz gay gibi gösteriyor çünkü. hayır, içten içe genç erkekleri arzulayan evli olmasına rağmen thomas mann'dı. açıp içine mi baktın birader? neyse. ben de kafamdan kendim için böyle cümleler yazıyorum. hayatının bir çıkmaza girdiğini düşünen molla, kurtuluşu orduya yazilarak 3. dünya savaşına katılmakta buldu. orduda gördükleri içindeki tanrı kavramını sorgulamasına yol açtı. at diyorum, lahana diyorum canım kardeşim.

şu karakola geldiğim günden beri, gemide filminden laf çalarak,"bir memleket gibidir karakol" demek istiyorum, ama burası inatla bir kusturica filmi.

bir masanın başında tek başıma içerek edindiğim engin hayat tecrübeme göre, öyle sanıyorum ki, insanlar hayatla ilgili genel olarak neyi anlamıyorlarsa, her işte de işin aynı kısmını anlamıyorlar. aynı sorular farklı ölçeklerde. mesela "niye ben, niye o değil." her şey için sürekli bunu soran bir çocuk var. o, o sorunun insanı. hayatı boyunca bunu soracak. ya da "bitse de gitsek" insanı var. ölünce rahatlayacak sanıyorum. "skimde olmaz" adamı var. ondan bi bok olmaz. "kahpe kader" adamı var. "neden geldi bunlar başıma" diyor. ciddi ciddi soruyor bunu. ben de öyleyim, ben de kendi sorumu yanımda taşıyorum her zaman. bazen başçavuşun yanına gidip bütün samimiyetimle sormak istiyorum: "komutanım, ben biraz yavaş öğreniyorum da, bana en baştan bi tane tane anlatır mısınız acaba, biz tam olarak ne yapıyoruz burada?"
tümünü göster