cezaevinden başladık, bir süre oradan devam edelim. şiirle ilk tanışıklığım değil cezaevi, ama hayatla ilgili birçok şeyi de orada tanıdım. olgunlaşma enstitüsü gibi. haha, sıhhiye ulus arasında bir yerdeydi o olgunlaşma enstitüsü, ankara'da olan varsa haber etsin, hala duruyor mu? çok ekmeğini yedik, çok esprisini yaptık, durmuyorsa ruhu şad olsun ya da 'anadolu olgunlaşma enstitüsü' olsun, bak bu tam olur.

sarma cigaram yanar, çekerim ağır ağır; hayır, o vakitler sarma olmayan cigara mı vardı, benim mi kafam arazi, kastedilen başka bir şey değil mi? emin olamıyorum.

türkiye hapishaneleri, hep biraz olgunlaşma enstitüsüdür, çok şair yetiştirdi bu kurumlar. hatta bir elinizin parmaklarıyla ilk saydığınız beş şairin cezaevi diplomalı olduğunu hemen fark edersiniz. hayır, k. iskender değil, o sebepten rutine bağladı imgeleri. ismet özel'den de emin değilim, doğru. ama kalanın çoğu kesin görmüştür zindanı.

ve içeriye mektup yazmak zordur. içeride 40 sayfa dolu dolu yazdıklarım olmuştur da çıktıktan sonra içeridekilere yazacak olsam, hep tıkanırdım. garip şey, içerinin ruh hali, içeride kalıyor yine. öyle olunca bize hep şiirler gönderirlerdi, çok ama inanın. sonra ben ne çiçekler biriktirdim, o incir yaprağı da duruyor hala. sahi içerideki insana incir yaprağı göndermek biraz tuhaf kaçmıyor mu, işkence edeceklerse anadan üryan soyardı jandarma, incir yaprağı biraz garip. fakat günlerce ve sırayla koklamış bile olabiliriz o yaprağı. memleket meselesidir incir yaprağı, düşürmezseniz güzel kokar.

işte o mektupta bir de şiir gönderilmişti. attila ilhan, tutukluyu unutmamak. düşündüm tekrar: aynı mektuplar değildi bunlar. ama işte o şiir bir kere gönderilmişti. defalarca okudum tabii ki. serde, tezgahta kanımızdan başka tek sözcük bırakmamış olmanın delikanlılığı, çok okudum ben onu evet. hatalar var, attila ilhan'a hafif kalmış bölümler var, bir şeyler ve çok şeyler var. ama dördüncü kısmını yazdığında kendine gelmiş. söyleyin şu dil ne kadar güzel kullanılabilirmiş:
yanlış bir güzellik bulunsun diye aynalarında
azgın orospular dibinden kazıttı saçlarını
ben içeriden tuttum diye mi yanlış anladım bunu yoksa? 80'den evvel tutukluların saçlarını sıfır keserlermiş. ve o günden sonra cezaevi konusunu kendi bilinen kimliğimle açmam pek. z açar, onun kimliği muhtelif.

fakat bir de tuhaf ne biliyorsunuz? ahmet kaya, o kadar attila ilhan şiiri besteledi, ama buna bulaşmamış, halbuki pek yakışmaz mıydı? şeye benzerdi mesela, jilet yiyen kıza, o öyle buğulu ve az müzikli bir giriş. rubailer'e de benzeyebilirdi. çok şeylere benzerdi. bazen benim kafamda melodisi çınlıyor. ahmet abi'yi affetmeyelim bunun için. kimbilir agire jiyan, güzel anlamıştı bu olayı, belki onlar dener. olsun, hep olsun gözüm. şiir boşuna yazılmasın, 20 yıl sonra gene söyletemeyecekler bizim çocukları, gene onlara incir yaprağıyla bu şiiri göndeririz, gene içerisi içeride kalır. bizim günahımız çok, söyletemedilerse de, tabutumuz ağır olur. çocuklar var içeride, incirin mevsimi geçti, bir çift söz edin, bir şiir, bir yaprak ne olduğuna bakmaksızın. oradan, bilseniz, ne şairler çıkacak!

şiiri koyalım artık, uzattık.

1.
ilk gece
ıslak bir akşamdı bulutlandım
içimde afişler çiziliyordu
tramvay durağında tutuklandım
radyo haberlerini veriyordu

yağmura soğuğa dayanıklıyımdır
ne çıkar uykusuz da kalırım
günlerden cuma mı cumartesi mi
bunlar beni söyletemezler
daha gecelerce dayanırım

hücremin karanlık olması iyi
yalnızlığımı görmem böylece
yırtıldı içimdeki afişler
olduğum yerde sakatlandım
içim dışım eylemim gece
beni kendime kilitlemişler
nasıl olsa kalabalığa çıkarım
uyumamak fazladan yaşamak değil mi
bunlar beni söyletemezler
daha gecelerce dayanırım

2.
ikinci gün
bulutlarla dokumalarda sonbahar üretiyor fabrikalar
uyutmasalar da beni onlar orada var uyutsalar da
her gece son sabahlarına uyanıyor bütün idamlıklar
uyutmasalar da beni elbet asılacaklar uyutsalar da

çünkü karar akşamıdır lacivert sendikalar
eylemle kuram arasındaki boşlukları kapsar
şantiyelerde yumruk yürekli birtakım adamlar
uyutmasalar da beni işi bırakacaklar uyutsalar da

3.
üçüncü gece
o kanlı akşamüstüleri içimdeki son katar
bir yalnızlıktan bin yalnızlığa kalkar
ne in var ne cin tuzlu bir çöl ki yalnız
hırçın gagalarıyla boşlukta dönen akbabalar

o kanlı akşamüstüleri içimdeki o genç kız
güneşte bir portakaldır olgunlaşır yaldız yaldız
aydınlığı boğarak en umulmadık anda hücremi
çıkarır beni tutukluluktan sessiz sedasız
o kanlı akşamüstüleri içimde batan gemi
ardınca sürükler götürür telaşlı gençliğimi
uyumasam hatıralar bir türlü bırakmaz yakamı
uyusam bir tokatla uyandırılmış bulurum kendimi

4.
ve sonrası
uslu bir deprem yokladı avizenin sarkaçlarını
kuytu bir yerde unuttu rüzgar çoğul ağaçlarını

yanlış bir güzellik bulunsun diye aynalarında
azgın orospular dibinden kazıttı saçlarını

kurşun kaymağı denizlerde yalnızlığını yüzen yolcu
boğulmaya yavaşlarken gördü son kulaçlarını

kim ki boş umutlarla yılandan kurtuldum sanır
duydu kulak memesinde akrebin kıskaçlarını

ay vurdu şarap bardağına bülbüller sustu
mahur bir sessizlik sardı ayrılık yamaçlarını

koridorlarda ayak sesleri sevinci kadın subayların
çizmelerinde şaklatarak yağlı kırbaçlarını

nerde krallar / nerde soyluların mavi kanlı gururu
koparmış devrimler başlarıyla birlikte taçlarını
tümünü göster