sabah ezanı vakti "koğuş kalk" emriyle uyandığımda yirmi dakika içinde traş olup, yatak yapıp, bot boyayıp, giyinip aşağıya indim. dahice bir plan yapmaya vaktim olmadı. içtimadan önce, karanlıkta izmarit toplayarak mıntıka yaptık. karşımızdaki camiinin ışıklı mahyasında "insanı yaşat ki devlet yaşasın" yazıyordu. oysa bir sabah bile sayılmazdı, başka bir şeyhin dizeleri yaşanıyordu: "kah kar yağıyordu, kah karanlık" (mahya meselesinde ben de ilk başta kasıt aradım ama ilk çarşı iznimde öğrendim ki bilecik'in şeyh edebali'den başka kimsesi yokmuş. bütün dükkanların ismi edebaliymiş ve osman bey'e nasihatleri olur olmadık her yerde yazarmış, ayrıca hava o kadar kapalıydı ki 75 gün gökyüzündeki bir florasanın altında yaşadık. yine de yaşar kurt'a bağlamadım. bize de yat kalk diyorlar birader biz bağırıyor muyuz )...

şimdi ise "hoca, kalk, nöbet vakti" denilerek uyandırılıyorum. (eğitim kariyerimden haberleri yok, zaten başarılı bir eğitim kariyerim de yok) sakal traşı iki günde bir, botları en son yüzbaşı maaşları getirdiğinde boyadım, kamuflajları giyiyoruz hiç değilse ve boy aynasının üstünde çok farklı bir yazıyla başlıyorum güne: "korkmak yok, kopmak yok, acele yok." ne harika bir öğüt, ne kadar bilgece. hava açık, güneş yolunu almış, ışık heryerde. (bu sabahlarin bir anlamı olmalı diye bir şarkı vardı galiba). "hoca sabah sabah içilir mi o ya." diyorlar. (dışarıda da hep duyduğum bir laf. değişik bir sebeple. ) "herşeyin klasiği güzeldir dostum, hele ki müziğin ve nescafenin" diyorum. saat tam 6'ya çeyrek kala çıkıyoruz kapının önüne. "yüksek tutuş" emri geliyor. silahlarımızı gökyüzüne doğrultuyoruz. "kurma kolu çek, bırak, emniyeti aç, tetik düşür, emniyete al."

(allahım şükrediyorum sana, söyledikleri ne kadar anlaşılır.) "hayırlı nöbetler." yaklaşık 50 metrelik bir yol var mevziye, (acele yok) ağır ağır yürüyorum, batı'nın üstüne üstüne. önümdeki uzun gölgeme bakarak ardımda gürültüyle yükselen güneşi düşünüyorum. ("dünyanın bütün sabahları geri dönülmezdir." diyorlardı bir filmde de,) gidip uyumak için beni bekliyor gece nöbetçisi. benim aksime yorgun, bıkkın, hırpalanmış. (sonbahar, akşamüstleri, geceler. bu muhabbetler nereden çıktı, insanlar neden bu kadar düşüyorlar üstüne bilmiyorum. benim meselem sabahla) "ellibir onbeş ellibir" anons geçiyor santral:"cihaz kontrol" "beşbeş açık ve net" diyorum.(aynı sabah gibi) aha sarı tepeler hala orada (korkmak yok.) "dünyanın bütün sabahları bir araya gelseler, bana onu mutlu etme şansını vermeyecekler bir daha"

böyle bir şey de demiş olabilirler mi o filmde. bu konularda şeyhler pek görüş belirtmiyor çünkü. (neyse kopmak yok.) ben yine de, siz de uygun görürseniz, büyük bir sabah istiyorum. dünyanın bütün sabahlarinin aynı anda parladığı, mutlak beyazıyla bizi karanlığa karşı kör eden, gümbür gümbür duyulan, büyük oyundan da büyük, herşeyi bitirecek bir sabah. öyle bir sabahta seve seve nöbet tutardım. arz ederim.
tümünü göster