kutu 5: sosyal devlet sosu

kapitalizmin vahşi dönemi diye anılan ilk döneminde 'sosyal' uygulamalar yoktu, ama işler daha kolay yürüyordu. işçinin, pazara çıkardığı emek gücü, belli fiyata ve belli koşullarda sermaye tarafından satın alınıyordu. işçi esasen tek yönlü bir sömürü ile karşı karşıyaydı: artı-değer. elbette çok daha uzun çalışma saatleri, düşük ücretler falan vardı, ama sömürü açık ve netti. sonra sineğin yağının bir bölümünün kanadında kaldığını fark eden bir manchesterlı patron kişisi, soruna çözüm aramaya başladı. işçilere barınabilecekleri yurtluklar ve yemek yiyebilecekleri ya da gıda alabilecekleri marketler sundu, tabii ki parasıyla. işte her ne olduysa o manchesterlı yüzünden oldu ya a dostlar, ondandır benim sevemeyişim kırmızı şeytanları.

bu arada tabii o günden bu güne gelirken bizim, joelar, jackler, ahmetler, hasanlar da boş durmadı, koparabilecekleri her hakkı kopardılar. sonuç olarak ortaya çıkan şey elbirliğiyle olduğu, yani toplumun iki düşman kampının da katkılarını içerdiği için buna toplumsal manasına gelecek şekilde 'sosyal' dediler. yani patronlar etinden sütünden de yararlanmak niyetiyle, bizimkiler de yaşamlarını şunca'az iyileştirebilmek gayretiyle ortak bir düzen kurdular.

bu tür kurulmalar kavramlarını aslını ya da tanımlarını değiştirmez, sadece üstlerini örterler. kapitalizmin ilk döneminden beri ücretin ölçüsünü tanımlayan "işçinin bir sonraki gün işe gelmesine yetecek miktar", değişmedi ama üstünden, altından, yanlarından yollar yapıldı. kimi zaman biz biraz haddimizi aştık, kimi zaman da onlar görüntüyü kararttı. fakat özellikle işçi sınıfı mücadelesinin düşük olduğu dönemlerde ya da ülkelerde bu sosyallik hep patronlardan yana oldu. ya size sunulan sağlık sigortası sayesinde ücreti biraz daha kıstılar ya da benzer yollar buldular. bu miktarı belirleyen işçi değildir, aksine sermayenin yani kapitalizmin doğası gereğidir. sermayenin tek güdüsünün kar olduğunu hatırlıyorsunuz, demek ki üretimin sürdürülmesi ve karın devamı onun temel güdüsüdür, dolayısıyla işçinin bir sonraki gün işe gelebilmesi de.
yani bugün sgk'nın zarar etmesinin nedeni işçiler falan değildir, zaten işçinin yaşamını sağlamasına yetecek miktarı vermekle yükümlü (doğalarının nasıl gereği olduğuna bakın) sermayedar, bir yolunu bulup daha az prim ödemektedir zararın nedeni. yani zararı sübvanse eden devlet, aslında elinde bulunan ve vergiler yoluyla elde edilen 'sosyal' imkanlarla sermayeyi sübvanse etmektedir.

biraz daha açalım. işçi kardeşimiz ali, asgari ücret almaktadır, brüt 837 tl, tabloda görüleceği üzere kesintilerle %29'una yakınını devlete, 'sosyal' devlete vermektedir. elinde kalan paranın % 8 ila 18'ini de dolaylı vergiler yoluyla daha evine varmadan, zorunlu harcamalarda kullanmaktadır. bu harcamalarla ilgili ortalama kdv'yi, yani dolaylı vergiyi, iyimser davranarak %14 olarak hesaplıyoruz ve elimizde yaklaşık 510 tl kalıyor. dahası ali'nin zorunlu harcamalarına eklenebilecek şeyler içinde de fahiş vergiler var, yani özel iletişim vergisi falan gibi. hepsini toplayıp çıkardığımızda çok ince hesap yapmadan ali, gelirinin yarısını 'sosyal' devlete geri ödemektedir. niye, kendisine 'sosyal' davranılsın diye.

fonlar kimin fonu

ama 'sosyal' devletin de hakkını vermek lazım, işleri iyice ilerletmiş. ali'den alınanları biraz daha artırıp bir işsizlik sigortası iştirakine girişmiş, 'sosyal'lemiş devlet. şimdi şu işsizlik sigorta fonu'na bakalım. uyarayım rakamların tamamı devletin açıkladığı rakamlar, bizde öyle çarpıtma, karalama yok.

2002'de çıkan yasayla bu fon hayata geçmiş. işçiden 1, işverenden 2, devletten de 1 pay ödenmesi ile oluşuyor fon. yani az önceki tabloya bakarak asgari ücretli işçi için, işçi ve devlet, aylık 8.37 tl, işverense 16.74 tl para koyuyor bu fona. sonra bunların hepsini işsiz kalınca işçi alıyor ya da asalak işçiler toplumun sırtından böyle geçiniyor! sakın ha, sakın!

2002'den beri işçilerin yararlanma durumları şöyle olmuş: "2 milyon 133 bin 466 kişi işsizlik ödeneği almaya hak kazandı. bu kişilere toplam 3 milyar 819 milyon 458 bin 199 lira 40 kuruş ödendi. işsizlik sigortası fonu'nun toplam varlığı, 46 milyar 605 milyon tl olarak belirlendi." evet ve ortadaki para türkiye bütçesi'nin %16sı.

yani işçi %25ini, işveren %50sini (primlerini ödediyse), devlet %25'ini koymuş. ortaya çıkan miktarın, işçi %7-8ini almış, devlet %92'yi alıp sosyal sosyal sermayenin hizmetine sunmuş. burada yatırılan para işçinin aylık kazancının %1'i üzerinden hesaplanıyor. kıdem tazminatı fonuna aylık ödenmesi gereken paranın mevcut haliyle oranı işçinin kazancının %12si. yeni yasadaki oranlar gerçekleşse bile %4-5 gibi bir şey çıkıyor. fonda birikecek miktarın büyüklüğünün farkında mısınız? yani hiçbir şey olmasa da bu parayı, bu süreler içinde dünya borsalarında değerlendirseniz, 10 yılda 5'e katlayabilirsiniz, iddaa oynayan arkadaşalardan biliyorum zira.

bu arada hakikaten bu matematik işi önemliymiş. işçi sınıfı bir matematik öğrenseymiş acayip devrimcileşirmiş. 4 saat hesap yaptım, hırçınlaştım ve çok bilinçlendim, tavsiye ederim.
tümünü göster