çeşme'de bir yazlığın balkonuna kurulmuş öğrenci yemekleri yiyoruz, biri fransız sekiz yakın arkadaş. yani işte, makarna yapılmış, içine biraz sosis atılmış. halk plajından gelmişiz de, duş bile almadan yemeğe kurulmuşuz. işten izin almışım da o gün, aklıma ali geldi, bidon taşıyan emekçi çocuk. bitirdi mi acaba işleri?

dedim ki bizimkilere,

"şu sheraton'a helikopterle inen serdar ortaç ile bizim ali arasında ne fark lan. bana söyleyin."
"gene başladı" dedi kızlardan biri. yakından da yakındır. fena severim onu, sonradan edindiğin birşey gibi değil, baştan beri olan biri gibi. "çeşme'de bir yazlıkta yemek yiyen biri için çok manasız bir laf şimdi bu dediğin."
"iyi de, yediğim yemeğe bak. makarnayla, bir bağırsak dolusu nişastalı sosis."

aldı bir tartışma. ben yine anlatamadım. gerçekçi ol diyorlar. mümkün değil söylediklerin diyorlar. gerçekçiyim ve herşey o kadar mümkün ki anlatamam. anlatamıyorum da zaten.

henüz yakın arkadaşlarına anlatamadığın birşeyi nasıl getireceksin şu koskocaman ülkeye? o yüzden, sosyalist devrim bana çok uzak. hani daha annesini bile tanımadığınız çocuğunuza aşık olursunuz ya, öyle birşeydir devrim.
tümünü göster