lost in translation
bu filmdeki ana temanın yalnızlık olduğu düşünülerek izlenilirse daha fazla anlam çıkartılabilecektir.

yalnızlık hakikaten kendini anlatamadığında veya anlaşılamadığını düşündüğünde hissettiğin duygu olsa gerek. bunu da yabancı ve dilini bilmediğin bi ülkede yaşaman daha olası. kaldı ki aynı dili konuştuğun insanlarla ne kadar anlaşabiliyosun, orası da ayrı bi muamma.

bu yüzden japonya'yı seçmiş coppola ve açık konuşmak gerekirse japonlar hakkında ne düşünmüşse veya hala ne düşünüyorsa cesur bi şekilde yansıtmış karelerine. hatta araştırmacı gazeteci kimliğine büründürmeye hiç gerek yok coppola'yı, ister hoşunuza gitsin ister gitmesin, coppola ne düşünüyorsa onu yansıtmış ve belli ölçüler içinde olması herhangi bi ırkçı çağrışımda bulundurmadı beni. örneğin, murray duşa girdiğinde duş ahizesi!!!ne göre baya uzun kalıyo ki biz de hep japonları kısa biliriz, bunu kullanarak japonların küçük düşürülmeye çalışıldığını düşünmüyorum.

filmin başındaki "estetik göt" sahnesinin biz erkekleri ne kadar azdıracağı düşünülse de hakikaten libidolarımızda herhangi bi artışa neden olduğu görülmemiştir. çünkü "estetik"tir; yani bi anlam bulmaya çalışırız, düşünen insanı daha çok ilgilendiren kısmı budur. ve anlatılmaya çalışılan şey daha çok kadınların ilgiye muhtaç olduklarını vurgulamaktır zannedersem. zaten johannson genç bi kadın, murray ise yaşlı bi adamdır. yani bi nevi herşeyin etki-tepki, alış-veriş veya karşılıklı olduğunu düşünürsek kadınlar aslında "evet ben güzelim, sana da veririm ama sen de beni sonsuza(ölene veya realist davranırsak bi 10-20 yıl) kadar sevicek misin?" *(*yok öyle bişey) sorusunun cevabını aramaktadır.

evet, coppola açık seçik bi söylemde bulunmuyor ama yine de oynamak için arkadaş arayan bi çocuk gibi: "bende bunlar var, sevdiysen gel beraber oynayalım". yani coppola da diğer yalnız insanlar(aslında herkes) gibi ama bunu bi nebze de olsa gidermek için bi film çekmiş.
tümünü göster