bir arkadaşım vardı üniversitede, diyarbakırlı, tanıdığım en eğlenceli karakterlerden birisiydi. ama aynı zamanda en sağlam duruşlular sırasında da başa oynardı tanıdıklarım içinde. (eğer denk geldi de okuyorsa selam olsun) bir gün sordum ona: ''yahu, sen okuyan eden bir adamsın. üstüne üstlük, ben türkçe öğretmeni olacağım lafta, sen dilbilgisi kurallarını falan da benden daha iyi biliyorsun. o zaman, neden senin konuşman ben kürdüm diye bağırıyor.'' ''istendik bir davranış değil'' demişti, ''türkçeyi dokuz yaşında öğrenince böyle oluyor''. ''nasıl yani'' demiştim şaşkınlıkla, ''dokuz yaşında tahminen ilk okul üçte falan olursun, üçüncü sınıfa kadar okuma yazma öğrenmedin mi?'' gülmüştü, ve şöyle demişti: ''hoca tahtaya a yazıp aaaa diyordu, ben de bağırıyordum hoca ile birlikte aaa diye. öyle öyle öğrendim okumayı birinci sınıfta. hatta, beni okuma yarışmasına soktular. elime bir metin verdiler, okudum. sonra elime bir kitap tutuşturdular, yarışmanın birincisine verilecek hediyeymiş, birinci gelmişim okuma yarışmasında. ama işin komik tarafı şu: ben okuduğum metnin tek kelimesini bile anlamamıştım''

yaşayan türk lehçeleri diye bir ders gösterdiler bize fakültede, bu dersin bir de milliyetçi hocası vardı. dersin birisinde, orta asya türklerinden bahsetmeye başladı. hatta öyle oldu ki, kendimi mhp kongresinde sandım bir ara. stalin'in orta asya türklerinin dilleri üzerinde yaptığı baskıları falan anlatıyor, ''stalin, türkler birbirleri ile iletişim kuramasın diye onların dillerini değiştirdi, hepsi için ayrı suuni bir dil uydurdu, onları asimile etmeye çalıştı'' diyordu. (stalin'i ben de sevmem; hatta ukkth'yi reddettiği için ben de eleştiririm de, hoca da o derste resmen uçmuştu canım. rus faşisti diyordu gürcü stalin'e*(*gülücük))

şey diye sormak istedim hocaya: ''hocam, bana stalin'in türklerin dilleri üzerinde baskı kurması ile tc'nin kürtlerin bırakın dillerini, kendilerini bile yok sayması arasındaki farkı anlatabilir misiniz?'' tabi yemedi; zaten okulu bir dersten uzatacağım belliydi, bir başka hoca ile daha papaz olup eğitim hayatımı çıkmaza sokmak aştı biraz boyumu.

***
bu mesele artık midemi bulandırmaya başladı. normalde, o kadar elitist, o kadar sekter bir adam değilimdir; ama, en basit mantık örgülerini bile görmezden gelmesi içinde yaşadığım toplumun, bana ciddi anlamda sıkıntı vermeye başladı. ruh sağlığım açısından, gündemi takip etmemeye karar verdim bir süre. parti lideri ya da aktif politika içinde bir birey olmadığım için de, pek rahatsızlık duymadım bu kararımdan. ama olmuyor işte, siz gündemi takip etmeseniz de, gündem sizin cnbc-e izleyip yaşayıp gitmenize izin vermiyor. bir şekilde sokuyor kendini gözünüze.

son olayları duymuşsunuzdur siz. ben, gündemi takip etmeme kararımdan dolayı pek öğrenemedim ayrıntıları. ama, bir bakanın şu sözlerini net bir şekilde duydum: ''esnaf malını korudu, bundan daha doğal ne var canım.''

çatışmaları ''sizden üç, bizden beş'' mantığıyla değerlendirmekten hoşlanmasam da, şunu düşünmeden edemedim: ''acaba evi yakılıp batıya sürülen iki milyon kürt'ün de bir koruyanı var mıydı?'' zaten şu mantığı hiç çözememişimdir: toplumsal muhalefetler yapınca terörizm damgası yiyen şeyler, devlet yapınca en kötü ihtimalle geçmişte yapılan küçük hatalar olur. genelde ise ''yapılması gerekenler yapıldı'' denir.

***
sorun, kuzey ırak dağlarında üç-beş bin gerillanın var olması değildir. sorun, üç-beş bin gerilladan ibaret olsaydı, nato'nun en büyük ordularından birisi olan tsk zaten çözerdi bu sorunu. pkk, sizin öldürdüğünüz gerilla sayısından çok daha büyük bir kitleyi vakit kaybetmeden dağa çıkarabiliyorsa, sorun sizin düşündüğünüzden çok daha derin demektir. sizin terörist dediğiniz örgütün militanlarını yüzbinler karşılıyorsa, ülkenizde adı konulmamış/varlığını itiraf etmekten çekindiğiniz bir iç savaş var demektir.

(dağa çıkanları pkk kandırıyor diyen arkadaşlarım, eğer üç beş radikalin kitleleri kandırması bu kadar kolay olsa idi, emin olun bu gün dünya çok daha güzel bir yer olurdu)

böyleyken böyle ise, ilan edilmemiş bir iç savaş varsa türkiyede, köy yakmak da, dükkan yağmalamak da anormal değildir. savaşlar akerlerle askerler arasında geçmiyor maalesef yaklaşık yüz yıldan beri. bu savaşta kimin haklı olduğunu tartışabilirsiniz, eyvallah; bizzat savaş kavramını tartışıp anti-militarist olabilirsiniz, eyvallah; ''bu savaş bitsin, barış olsun'' diyebilirsiniz, eyvallah. amaaa; yapılan eylemleri sanki savaşın etiği olabilirmiş gibi, ya da bir savaş yaşanmıyormuş gibi değerlendiremezsiniz. bu, herşeyden önce durumun ciddiyetini gizler. böyle bir tavrın barışa bir katkısının olmaması yetmezmiş gibi, aksine, bizi olmaz işlerle meşgul edip vakit kaybettirir sadece.

***
bir ev arkadaşım vardı üniversitede. köpek gibi severdim kendisini.!:bir köpeği sever gibi değil tabi, bir yerlerinizden anlayıp papaz etmeyin adamla gece gece beni:! sonra aramız bozuldu, ottan b.ktan sebeplerden birbirimize girmeye başladık. düşündüm neden böyle oldu diye, ve buldum: ona çok fazla bağımlı hale gelmişti kişiliğim. bilerek ya da bilmeyerek baskı kuruyordu karakterim üzerinde. bu da çatışmalara yol açıyordu günlük ilişkilerimizde. sonra kavga ettik, hem de bayağı büyük bir kavga, evden kovdum ben bunu. bavulunu aldı ve gitti.

aradan iki ay geçmedi, barıştık. eskisi gibi dost olduk. şimdi düşünüyorum da, iyi ki ayırmışız evleri. yoksa okul bitene kadar aynı evde kalacaktık; ve ben bu gün sadece kavgalarımızı hatırlıyor olacaktım yaşadıklarımızdan. bilmiyorum yaw; kim bilir, belki de birleşebilmek için bazen ayrılmak gerekiyordur. belki de, o kadar da kötü değildir ayrılmak.
tümünü göster