sevgili kunduz;
bu gece öyle bir çöküntü yaşıyorum belki, belki şımarıklıktan, yani evrim şimdi hücredeyken mesela kendi dertlerimi düşünmekten, sana yazıyorum, sanki içeriden. içeride daktiloları sökeli çok oldu, 22 aralık tarihli genelgede daktilo ve her türlü mekanik ve elektronik yazı aletinin yasaklandığı altı çizilerek söyleniyor, altı çizilerek! bilmiyorsun birşeyin altının çizilmesini, oysa duvar'ı izledin benim kadar. ama duvarda dilekçe vermiyordu çocuklar, oysa bir dilekçe verirsen cezaevi idaresine o dilekçenin işleme konmasını, numarası ile birlikte işleme konduğuna dair resmi yazısını istersin. böylece dilekçene cevap alırsın, işte o cevabın altı çiziktir kunduzum; mektuplarınınsa üstü çizik.

bu gece sincan'dayım biraz. evet daktilom var, belki fazlası ama sen bunu bilemezsin. sen, ben sincandayken bana her hafta üç kitap getirir, geçen haftakileri geri götürürsün, fazlası yasak. üç kitabım var: yüzük kardeşliği, iki kule, kralın dönüşü... üçüncüsünden kopardığım bir sayfayı yağa batırıp çay demleyeceğim, kolega'nın b bloktaki ruhunu misafir çağıracağım, başka ölenlerin bahsi yok bu gece kunduzum, çünkü dostumla seni konuşacağım.

kendimi hücreme gömüyorum. ne komik, yalnız kalmaya tapan bir kuşağın yanında sensiz kalmaya katlanmak bu hücrede, ne komik yalnız kalmayı kutsamak ve yalnızlığa şiir yazmak. belki komik değildir de büyük komplonun psikolojik savaşın bir parçasıdır; hücre planlarını daha evvelden yapmışlardır da nietsche'nin korsan baskılarını o yüzden koymuşlardır tezgahlara. yan hücreden bir ses geliyor, bunu dinleyeceğim.

peki kunduzum;
benim buradaki varlığıma nasıl katlanıyorsun, nasıl olsa katlanılacak şey değil. elif abla -erol'un eşi- kaç sabah çay içtik de bir kere ağladı bilir misin, erolla tanıştıklarını anlatırken, çok sevmiş, demedi, bildik. sincan uzak ankara'ya, tekirdağ da, çok uzaklar dünyaya güzelim, ben bu gece buradayım ve yarım saat dolmadan piştim. gözlerini yahut boynunu düşünsem, sesin gelse aklıma, arayamıyorsun beni, saçların bir kere omzuma değmişti, bunları yazamam. biliyor musun dgm arşivine yollanıyor yazdıklarımın bir kopyası, koca ülke telekulaktan bahsediyor. dinlendiğini iddia eden savcı -buna da inanmazsın- benim 12 yıllık cezamı onuyor ve mektuplarımızı okuyor. halbuki koridorun ta ucundaki odada yatarken biz, evde kimse olmadığı halde kısık sesle konuşuyorduk ve başka ne yapıyorsak sessiz. savcı benim mektuplarımı okuyor, sana "sevgilim" diyemiyorum, savcı dinlendiğini söylüyor, bu nasıl cüretmiş!

uzak kalmakları anlatıyorsun, biz bunları başka zaman da yaşamıştık, 5 saat ötede küpelerini göndermediğimden ve sana değemediğimden sitem etmiştin, nasıl temizdi için. hala öyle mi yoksa her pazartesi sutyenini çıkarttıran gardiyanı boğmak mı istiyorsun? burada benim hücremde benden fazla mı acı çekiyorsun? sesleri dinle, madem kolega çıktığında, tuna oradaydı, madem şimdi on yaşına bastı tuna, sesleri dinlemek gerek, karnının uğultusu belki sadece açlıktan değildir. işte bu yüzden hem benimle paylaşmamalısın açlığı, bu benim kalkanım, sabah aramasında fotoğrafını yırttıkları için, ama sen bak kendine aynada, bu kadar güzel kadına bakmamak elde mi, fotoğrafına aynada bak, ben bakmış kadar olurum.

ne kadar az konuşmuşuz kunduz, saatlerimiz varken, ne fena harcamışız. körfeze dokunmamış, cenova'ya gitmemişiz, ne ayıp. bak böyle uzak kalmak varmış, şikayet ederken 5 saatten. zindan şiirleri okumamışız hatta birlikte, cigaranın ateşinin yarım dönmesi ile değil, çıkıp çıkar çıkmaz da gebe koymakla karını ilgilenmişiz, ahdımız o ki kız olsun oğlan olsun düşmesin mapuslara istemişiz. vakti var gülüm, kara mendillere sarılı akasya tohumum, vakti var daha. ama biz konuşmadıklarımıza yanalım.

dün sabah birbuçuk tel saçını bulmuştum halbuki yastıkta, dün sabah belki ve sanki kokunu duymuştum. cam açıktı üşüyordum, inan ben bile üşüyebiliyorum ve kokuyla uyanırken...

biliyorsun hava saati değil, kapı açılmaz ve mümkün değil dışarıdan gelen esintiyle uyanmam, ama biliyorsun yastığı çevirip camdan taraf yıldızlara bakmıştık, oradan hatıra saç tellerin, belki kokun. belki bir elma düşer masalın sonunda diye anlatmıştık, yıldıza yaz, hediyedir gelir. bin kuşaktır benim neslim kapanır buralara ve hala dışarıda vicdandan moral değerlerden bahsedilir.

bütün benlerini ben sayacağım, bundan asla vazgeçmem, ellerini soğuk camın ötesinden tutacağım, bu kadarının değerini biz biliriz, gözlerine herkes baksa içindekini ben bileceğim, hakkım kalırsa kalsın divana, çıkarsam sana sımsıkı sarılacağım. gülüm. gelincik gibi kırmızı, yalınkat bir nezaket gibi sevgili. insan güzeli sevgilim, ne af tantanaları, ne çıkmaklar erkenden, ne tünel (altımız mutfak), ne el değiştirişi iktidarın, hiçbir şey ummuyorum, hiçbirini hayal etmiyor, bel bağlamıyorum, burada geçecek ömrüm, tek umudum orada göğüs kafesinin altında saklanan benin ben çıkınca da orada kalması, tek umudum sen.

içerisi ağlanacak yer değil, burada inan kimse ağlamıyor, daha öfkeli daha vahşiyiz, insan sayılıyorsa eskimiz, şimdi kimse bilmez neye benzeriz. kana, sayağa ve dehşete alışıyoruz, çok garip bizi burada birer ölüm makinesi yapıyorlar, üstelik örgüt eğitimi olamaz, çünkü hepimiz hücrelerimizde tekiz. ama bütün bu çirkinlik içinde senin kokun... biraz annemin çorbaları, babamın laf sokmaları veyeğenim gelince aklıma bir ağaç açması... hepsinde senden, biraz yeşil ve çokça seven gözlerinden köz parçaları. fırat bulsa bu aklımdakini, önce biberleri koyup -illa aga der- sonra köfteleri dizer, o kadar içimde sıcak.

kunduzum;
ferecesi omzunda kırık delikanlım;
12 yıl alsam yine seninle, yine senden uzağım. ama bilmedikleri kadar bilemeyecekleri kadar sevdalıyım, okusunlar mektuplarımı, arasınlar üstünü, odaları bassınlar, yırtsınlar resmini, bulamayacaklar, açıkta hiç göremeyecekleri kadar illegal bütün sevgilerimiz, yetmez hünerleri.

kunduzum;
bahardır belki, karnımdaki uğultu penceren altında sevişen kedilerin sesleri oluyor, kürenmiş karın erimesine benziyor kitap okumak için yaktığım fitil, kurtuluştan koleje bir slogan uğultusu kimbilir basılan gecelerim, yeter ki asma suratını, bahar dedikse bahar ve biz ne kışlar atlatırız, çünkü hiçbir şeylere benzetemiyorum seni sevmemi.

son bir nor: erol zavar -elif abla'nın eşi- 19. kez ameliyat oldu, hala hücrede, utanmıyor muyuz ey ahali?
tümünü göster