sunturlusundan bir küfür sarıyorum çift kağıtlı, tam yakacakken içimde başka bir yerler çekiliyor, seni mi çağırıyor kırmızı? bir tavşan dişiyle arıyorken bahtımı ve bilmeden küslüğümüzü incir ağaçları kokan çocukluklara daha bir adım atmadan başlıyor ağrı, biraz daha yoklamasız biraz daha kırmızı. satenin her tonunda anılmış bir melanet, hiç olmayacak kadar küçük parçalara ayrılmış bütün ilişkilerden geriye taşan hüzün, birden bir bulut peydah oluyor, sanırım karanlıkta bir şey anlatıyor kırmızı.

boğulacak gibi olduğunda hala buralarda bir renkti, kimseye söylemese de tayfların içinde bilinebilecek en bereketliydi. nedense küt saçlı bir çingene etekliğinde ve beyazlıkta bir kış vakti putilov grevlerindeydi. bütün sırların geceleri verildiği, bütün sırların geceleri bozulduğu çağlarda elini tuytarken hep hastalıklı bir haç üzerinde gezmelerde, biraz ötede ise demirci tezgahlarında sevişmedeydi.

şimdi yastık kılıflarında kalpler, şimdi bütün hediyelik günlerinde vitrinler ve bilmiyorsun beyaz sakallı bir adamın yazdığı kitaplarda değil bu sefer bizzat onun üzerindeydi.

yahu ismet paşa, geçtim iskelet işini, köpekleşmenin doruklarındaki bir çağda kırmızıyı görmeye kadar varan kaç kaç kişi var şunun şurasında?
tümünü göster