bölüm 3: insanlığın çöküşü

duyduğum her kelime işkence gibiydi.
komutan konuştukça korkuyu, öfkeyi, hüznü tam anlamıyla aynı anda yaşıyordum. içimden ayağa kalkıp ona susmasını haykırmak geliyordu, ancak duymak zorundaydım. tehlikenin boyutlarını öğrenmeliydim. bir yandanda kendi salaklığıma kızıyor, bütün bunlara sadece gökyüzünde duran bir götün sebep olamayacağını bilmeliydim diyordum. nasıl bu kadar aptal olabilmiştim. bu duyduklarımı bekliyor olmam gerekirdi.
komutan aynı üzgün ses tonuyla insanlığın beklenmeyen sonunu anlatmaya devam ediyordu.
***

götün ilk belirdiği o lanetli sabah, ben diğer komutan arkadaşlarla oturmuş (komutanın rütbesinin yarbay olduğunu öğrenmiştim), sabah sabah seda sayan'ı izliyordum. birden dışarıdan yükselen birbirine karışmış haykırışlarla irkildim. ne oluyor dememize kalmadan odaya birkaç asker doluştu. hepsi de aynı deli saçması sözleri söylüyordu, en azından o an öyle düşünüyordum. dediklerine göre gökyüzünde kocaman bir göt belirmişti! yok daha neler! saçma ötesi bir şaka denemesi olduğunu anlamıştım, askerlere bağırmaya başladım. onların hala beni ikna etmek için çabalamalarına şaşırıp kalmıştım, bu nasıl bir cesaretti? o sırada bir komutan arkadaşımın bana seslendiğini duydum. ben askerlere bağırırken sessizce kapıya doğru yürümüştü. başını çevirip bana baktı, gözlerindeki korkuyu farkedince irkildim. odadaki herkes susmuştu, şimdi sadece dışarıdan şiddeti sürekli artan çığlıkların sesi geliyordu. bana bir süre daha baktı, yutkundu ve konuştu.
"sanırım bir problemimiz var..."

yaklaşık üç saat sonra gelen telefondan bir çok devletin liderinin ve bilim adamının bir durum analizi yapmak üzere londra'da toplandığını öğrendim. ben ise başbakanımızı ve bilim adamlarımızı korumak için görevlendirilen birliğin başına geçmek üzere emir almıştım. 20 dakika sonra uçaktaydık, emrimde daha önce bu gibi durumlarda korumalık yapmış adamlardan oluşan seçkin bir birlik vardı. kendilerinden emin görünüyorlardı ancak onlarında bu durum karşısında en az benim kadar korktuklarını anlayabiliyordum. uçağın içinde birçok bilim adamı ve üst düzey yetkili vardı ancak biz ayrı bir bölümdeydik. yinede konuşmalarını duyabiliyordum, ancak konuşmalarında kullandıkları çoğu terimi hayatımda ilk defa duyuyor olduğumdan pek bir şey anlamadım. ancak buna rağmen duyduğum birkaç kelime korkumu katlamaya yetmişti. "marduk" ve "beklediğimizden erken" gibi kelimeler...

devasa salonun girişinde nöbet bekliyorduk. salonun on dört girişi olduğunu öğrenmiştim, her kapısını farklı ülkeden askerler koruyordu. bu benim için iyiydi, düşündüğümü yapmaya fırsatım vardı demekki. kapıya yaklaştım ve cebimden çıkardığım küçük bardağı kapıya dayayarak dinlemeye başladım. böyle bir şansım olabileceğini düşünerek uçaktan aşırmıştım bardağı.
-komutanım ayıp oluyor ama...
-bu yaptığınız ne kadar doğru sizce?!
alev saçan gözlerle geriye dönüp askerlere baktım. ancak onlar da oldukça kızgın görünüyordu.
-ne var lan dinleyemez miyim?
-yanlış anladınız efendim, biz onu kastetmedik. ayıp olan bizi düşünmemeniz. siz dinlerken bizim burada meraktan çatlayarak beklememiz ne kadar doğru, sorarım sizee?!
haklıydılar, onları düşünmemem büyük hataydı. ancak artık başka bardak bulmak için çok geçti. bu yüzden onlara her duyduğumu anlatacağıma söz vererek yeniden kapıyı dinlemeye başladım, ikna olmuşlardı.
"hiçbir sinyal, radyo dalgası ve benzeri herhangi birşey alamıyoruz. sadece orada duran bir kütle gibi. iletişim kurmaya çalıştık ancak yanıt yok."
"uçaklar ne keşfetmiş?"
"çektikleri fotoğrafları inceledik ve itiraf etmeliyim oldukça şaşırdık. alanında uzman onlarca yetkiliye sorduk, herkes aynı kanıda. bu resimler kesinlikle bir insan götüne ait, başka hiçbir açıklama yapılamıyor."
"götün boyutu da netleşmeye başladı, hesaplarımız doğruysa dünyanın yaklaşık altıda biri büyüklüğünde. ancak dahada şaşırtıcı olan ise şu; kesinlikle dünya üzerine hiçbir çekim kuvveti uygulamıyor."
"uçaklarımızın götün içine girme denemeleride başarısızlıkla sonuçlandı. deliğe yaklaşan uçakların tüm devreleri bozuluyor ve düşmeye başlıyorlar."
"bu götün gerisi var mı?"
"hayır, sadece bir göt var. götün şeklinden ve üzerindeki kılların yapısından bir erkek götü olduğunu tahmin ediyoruz ancak yanılma ihtimalimiz olduğunu da söylemeliyim. ayrıca götün deliğinin de fransa üzerinde bir noktaya denk geldiğini tespit ettik."

göt hakkında bilinenlerin hepsi söylendikten sonra liderler bu durum karşısında ne yapacaklarını tartışmaya başladılar. çoğu nükleer füzelerin derhal kullanılmasını öneriyordu, ancak kanımca daha akıllı olan bazıları en azından bir süre beklememiz gerektiğini söyledi. sonunda ertesi sabaha kadar beklemeyi, hala bir sinyal alamamaları durumunda kademeli olarak saldırmayı kararlaştırarak toplantıyı bitirdiler. insanlığı çok zor günlerin beklediğini artık anlamıştım.
***

aradan sekiz gün geçmesine rağmen göt hala yerinde duruyordu. ikinci günün sabahında başlayan saldırı üç gün boyunca yani dördüncü günün akşamına kadar sürmüştü ancak sonuç bir hiçti, kocaman bir hiç. göt füzeleri olduğu gibi yutuyordu. ister nükleer ister uçakların füzelerinden olsun farketmiyordu, füzeler götün içine giriyor ve patlamadan kayboluyorlardı. dünya tam bir panik içerisindeydi artık. çeşitli yerlerde bunun bize tanrının bir cezası olduğunu haykıran, bunun kıyametin habercisi olduğunu söyleyen onlarca farklı grup gösteri yapıyordu. tam bir kaos ve anarşi ortamı doğmuştu. bazı ülkelerde göte tapan tarikatlar bile kurulmaya başlamıştı, örneğin israil bu konuda başı çekiyordu. kimse ne yapacağını bilmiyordu, bu gidişle götün sadece orada durarak bile insanlığın sonunu getirebileceğine inanmıştım.

ancak dokuzuncu günün sabahı saat dokuzda gerçek istila başladı.

bu sefer ilkinden de beter irkilmiştim çünkü o sırada koltuğuma oturmuş binbir farklı şey düşünüyordum. örneğin bundan sonra ne olacaktı? insanlığın tarihi bu şekilde mi sona ericekti? amerika'dan da umudumu kesmiştim artık, her seferinde dünyayı yeni bir tehlikeden kurtardıkları hollywood filmlerinin üzerimdeki etkisi giderek hafifliyordu. daha sonra hepsinden daha korkutucu bir olasılık geldi aklıma, iliklerime kadar ürperdim. lost'un sonunu belki de asla öğrenemeyecektim. tam gözlerim dolmaya başlamıştı ki bir kez daha yükselen haykırışlar üzerine odamdan fırladım. gördüklerime inanamıyordum, ucu sivri kapsüller şeklinde binlerce devasa araç delikten adeta fışkırıyordu. ve her yöne dağılıyorlardı, gökyüzünde bir ağ oluşturmuşlardı. daha o anda savaşı kaybettiğimizi anlamıştım galiba çünkü istila inanılmayacak kadar çabuk gelişiyordu. artık gökyüzü bu araçlarla dolmuştu, belirli bölgelere toplu halde iniş yapıyorlardı, çevreden yükselen siren seslerini duymaya başlamıştım. araçlardan birkaç tanesi üssün tam ortasına indi, bende hemen askerlere dönüp ateş edin diye haykırdım ve ateş başladı. ancak gördündüğü kadarıyla mermiler bu araçlara işlemiyordu. bir süre sonra nihayet birkaç askerin attığı bombaların küçük çapta hasarlar oluşturduklarını gördüm. bu kesinlikle yeterli değildi ancak ne yapmam gerektiğini anlamıştım ve hemen "bazukaları getirin" diye haykırdım. yaklaşık yedi dakika içinde üssün ortasına konan toplam yirmi iki aracın dördünü tamamen patlatmıştık, diğer araçlar ise tamamen hareketsiz bir şekilde durmaya devam ediyorlardı. sonunda hepsinin kapısı aynı anda açılmaya başladı, hemen gökyüzüne baktım, havada araç kalmamıştı. anlamıştım, hepsi belirlenen pozisyonlara yerleşene kadar beklemişlerdi. neredeyse gözle takip edilemeyecek kadar hızlıydılar, bu onlar için hiç de zor olmamıştı. şimdi dünyanın dört bir yanında istila aynı anda başlıyordu işte.

uzunca bir süre neye benzediklerini öğrenemedik, araçlardan bir zırh benzeri birşey içinde çıkıyorlardı. aslında hepsinin üzerinde uluslarını temsil ettiğini düşündüğümüz aynı simge [ (_|_) ] olmasaydı üzerlerinde bir zırh olduğunu bile anlayamayacaktık. zırhlarının arkasında " i'm the boss, talk to this" gibi ingilizce yazılar ve burada tarif etmek istemeyeceğim kaba resimler gördük. son derece korkutuculardı, boyları yaklaşık iki metre civarındaydı. zırhlarının ana rengi siyahtı ve vücutlarının tam ortasında vücutlarına yapışık silahları vardı. ateş ettiklerinde "şşşılaböffff" gibi bir ses eşliğinde mavi bir ışık çıkıyordu. işığın isabet ettiği askerlerin ellerindeki silahları bırakarak korkunç bir şekilde haykırmaya başladıklarını gördüm. daha sonra yere yıkılan bu isabet almış askerlerin vücutları erimeye başladı, bu sırada haykırmaya devam ediyorlardı. vücutları erimeye devam etti, ta ki geriye sadece bir balçık yığını kalıncaya kadar. ancak bunun çevredeki askerleri korkutmaktan çok intikam ateşiyle yanmalarını sağladığını farkettim. bunun sonucunda küçük bir üs olmamıza rağmen yaklaşık yedi dakika dayanabildik, ancak sayımız oldukça azalmıştı. sonunda kalanlar hayatta kalmak için kaçmaya başladılar. kaçan askerleri gördükten sonra artık soğukkanlılığımı tamamen yitirdiğimi anladım ve ben de koşmaya başladım. yanımda başka askerlerle birlikte sadece koşuyordum, her yandan gelen mavi ışıklar ve "şşşılaböffff" sesleri arasında koşuyordum. benimle birlikte koşan insanların sayısının gittikçe azaldığını farkettim, yanımdan bir mavi ışın daha geçti ve ben düştüm.

kendime geldiğimde ilk hissettiğim hayatta olmanın verdiği şaşkınlık ve şükran duygusuydu. her taraf karanlıktı ve kötü kokuyordu. doğrularak çevreme baktığımda etrafımda perişan durumda, kir ve mutsuzluk içinde yüzen insanları gördüm. silah seslerinin hala duyulduğunu farkettim ve nerdeyiz diye sordum. ben bunu yüksek sesle söyleyince aynı anda herkes susmam için el kol hareketleri yapmaya başladı. çevreme bir kez daha baktım ve nerede olduğumu anladım. kanalizasyona düşmüştüm ve burada saklanan insanlar tarafından deliğin altından kanalizasyonun yukarıdan görülemeyecek taraflarına doğru çekilmiştim. buraya bakmayı akıl edemiyorlardı, üstteki kapak kapatılmıştı ve o salaklar buraya bakmayı akıl edemiyorlardı. orada tam üç gün saklandık, aslında daha ilk günün sonlarına doğru silah sesleri kesilmişti. ancak biz yinede üç gün boyunca aç ve susuz orada bekledik, hayatta kalma azmi her şeyin önüne geçebiliyordu.
o kanalizasyon çukurunda benimle beraber olan insanların büyük çoğunluğu askerdi ve ben bu sığınağın yerini ve varoluş amacını uzun bir süredir biliyordum. dolayısıyla sonunda buraya gelmeye karar verdik. yolda uzaylı askerlerin gruplarından dört tanesini gördük, bunların üçünden gizlice kaçmayı başarabildik. bir tanesiyle ise çatışmaya girmekten başka şansımız yoktu çünkü geri döneceğimiz yolda daha fazla birlik birikmişti. o çatışmada adamlarımdan üçünü kaybettim ancak dokuz uzaylıyı da öldürdük; çünkü beklemedikleri bir baskın yapmış, onları gafil avlamıştık. sığınağa vardığımızda buraya gelmeyi düşünen ilk kişiler olmadığımızı gördüm. içeride benden küçük rütbeli on dört komutan, yüz doksan sekiz asker ve seksen yedi sivil vardı. rütbemin yüksekliği dolayısıyla başlarına geçtim ve o günden beri daha çok hayatta kalmış insan, yiyecek ve malzeme bulmak için dışarı çıkıyor bazen de küçük çaplı çatışmalara giriyoruz. bir yandanda sivilleri eğitiyoruz. sayımız şu an ilk günküne oranla oldukça fazla, bugünkü sayım sonucunda sana tam sayıyı bildiririm. istilaya gelen uzaylıların çok büyük çoğunluğunun ana gemiye geri döndüğünü tahmin ediyoruz, ancak sayımız onlara kıyasla yinede çok az olduğundan burada kalanlar bile bizim için büyük bir tehlike.
işte insanlık böyle çöktü, yaklaşık dokuz gün içinde. ve götün belirişinin dokuzuncu ayında sen uyandın uykundan, kehanetler doğru çıktı. artık tehlikenin boyutlarını biliyorsun, umarım yapabileceklerini ve yapacaklarını da biliyorsundur.

komutanın konuşmasını ağzım açık dinlemiştim adeta. gırtlağım kurumuştu, yutkundum ve komutanın gözlerinin içine baktım. ancak yinede soracak birkaç sorum vardı.
- nedir bu kehanet, nereden geldi?
- şu an önemli olan bu değil, daha sonra bunu öğreneceksin.
- peki bu istilacıların amacı ne, madem dokuz aydır dünya onların kontrolü altında hala niye başka bir şey yapmıyorlar? niye gemilerinde oturmaya devam ediyorlar?
- keşke bunun cevabını bilebilsem...
- uzunca bir süre neye benzediklerini öğrenemedik dediniz, şimdi biliyor musunuz? hiç gemi ve istilacı ele geçirdiniz mi?
- evet, istilacı ele geçirdik, ancak maalesef ölü olarak. sana daha sonra gerçek vücutlarını gösteririm. gemiye gelince; sanırım bu sadece bir hayal.

soracak başka sorularımda vardı ancak konuşmamız bir anda odaya dalan asker tarafından bölündü. kapı eşiğinde durmuş bize bakıyor bir yandanda titremesini engellemeye çalışıyordu.
- komutanım, geliyorlar...
tümünü göster