bölüm 2: seçilmişin uyanışı

orada dikilmiş sessizce bakıyordu bana, hala bir tepki vermiyordu. birden arkamdan gelen silah takırtılarını işittim ve sonumun yaklaştığını anladım. o korkuyla geçen birkaç saniyede tüm hayatım gözlerimin önünden geçti ve açıkçası midem bulandı. artık yorulmuştum, daha fazla mücadele edemeyeceğimi hissettim. gözlerim karardı ve yere yığıldım.

"kalk amına koyim kalk senimi taşıycaz bide"
sesleri duyuyordum ancak gözlerimi açamadım. midem bulanıyordu, soğuk asfaltın üzerinde yattığımı fark ettim. yüzüme durmaksızın hafif şiddetli tokatlar yağıyordu. yavaşça gözlerimi açtım. serkan üzerime eğilmiş endişeli gözlerle bana bakıyordu. kendime geldiğimi görünce doğruldu ve arkasındaki kalabalığa döndü. kadınlı erkekli kalabalık bir gruptu, hepsinin de elinde şimdiye kadar görmediğim ilginç silahlar vardı. hepside aynı kıyafeti giymişti, kol ve diz altı kısımları lacivert geri kalan kısımları soluk bir kırmızı renkte kıyafetler. göğüslerinin sol tarafındaki "agt" logosu dikkatimi çekti, şimdi serkan onlara dönmüş anlamadığım terimlerle bir şeyler anlatıyordu. "anten, hırbo, amsikbokgöt" gibi bazı kelimeleri ancak seçebildim. sonunda döndü ve bana doğru ilerledi. kalabalık grup dağılmaya başlamıştı, hepsininde yapacak bir işi var gibiydi. serkan yanıma geldi ve elini uzattı, elini tutarak ayağa kalktım. kendime gelmiştim ve inanın hayatımda hiç sormadığım kadar çok soracak sorum vardı...

- ilk seçemedim seni kusura bakma, birde bunca zaman sonra hala hayatta olduğuna inanamadım.
grupla birlikte ilerliyorduk, serkan ana üslerine döndüğümüzü söylemişti. bu son cümle kafamı karıştırmıştı, zaten götün belirmesinin daha ertesi gününde nasıl olmuştu da tüm insanlar kaybolmuştu?
- siz kimsiniz serkan, bu silahlar bu "agt" nedir?
- anti göt timi. genelde sağ kalan askerlerden oluşturduk ancak bazı gönüllülerde var.
- bir tek siz mi kaldınız?
- hayır ben bu birliğin lideriyim, daha birçok birlik var, üsse dönünce görürsün.
- napıyordunuz peki burada?
- başka sağ kalmış insanlar arıyorduk, ayrıca cephane, yiyecek falan. biliyorsun, gün geçtikçe yiyecek bulmak zorlaşıyor.

bilmiyordum. bir terslik vardı. bir gün içinde bunlar olamazdı. çevreme baktım, rüzgar bazı gazete parçalarını uçuşturuyordu. gazetelerin üzerinde gökyüzündeki götün resimlerini gördüm, tüm sayfayı kaplayan bir resim ve yok denecek kadar az kelimeler. göt hakkında kimsenin birşey bilmediğini mükemmel bir biçimde gösteriyordu bu. başımı kaldırdım ve binalara baktım. çoğu bina harap haldeydi, camlar kırılmış ve bazıları çökmüştü. aniden içimde bir korku uyandı, mantığım tüm bunların saçmalık olduğunu, bir günde gerçekleşmesinin imkansız olduğunu haykırmaya devam ediyordu bana. sonunda kararımı verdim. duyacaklarımdan korkarak serkana döndüm ve kelimelerin ağzımdan dökülmesine izin verdim.
- serkan göt gökyüzünde belireli kaç gün oldu sahi?
- gün olarak hesaplayamıycam şimdi ancak bugün ekimin ilk günü, demekki 9 ay olmuş.
...

---------------------------------------------

ekim ayı

kabalalık adımı tekrar tekrar haykırıyordu.
sevinçten yüzlerce insan adeta kendinden geçmişti. sonunda kehanet gerçekleşti diyorlardı, bulduk onu işte! ben tamamen sersemlemiştim. bu hayatımda hiç beklemediğim sadece filmlerde görülecek türden bir durumdu. ancak gerçekti işte, herkes sevinmekte haklıydı. gerçi ben hala pek emin olamıyordum ama onlar emindi, sonunda insanlığın kaderini değiştirecek olan uykusundan uyanmıştı ve artık buradaydı. bulunduğum yüksek platformdan kalabalığa baktım ve elimi salladım, haykırışlar arttı. aklıma söyleyecek hiçbir şey gelmiyordu, sanki beynim durmuş gibiydi.

yolculukta farkettiğim durumu, yani 9 aydır uyuyor oluşumu serkana anlattığımda ilk pek inanamamıştı bana. bir çeşit şaka yaptığımı sanmıştı herhalde. ancak ciddi olduğumu görünce gerçekten çok şaşırmıştı. yalan söylediğimi hiç düşünmemişti zaten. biz uzun zamandan beri arkadaştık ve birbirimize güvenirdik. serkan bu benim anlattığım olaya yakın bir efsane duyduğunu söylediğinde şaşırma sırası bana gelmişti. daha fazlasını öğrenmek istedim ancak söylemeye yanaşmadı. bunun yerine beni üssün komutanıyla tanıştıracağını ve onun gerekli açıklamaları yapacağını söyledi. daha fazla soru sormadım ve yolun geri kalanını rahatsız edici bir sessizlik içinde geçirdik. o sırada serkanın niye bundan bu kadar rahatsız olduğunu anlamadım gerçi, ancak olaydan uzun zaman sonra olanları kafamda tekrar canlandırırken anlayabildim gerçeği. öldüğünü sandığı bir dostunu bulmuşken onu yeniden kaybetme riski serkanıda rahatsız etmişti...

gizli üssü ilk görüşümde çok şaşırmıştım bu kadar geniş bir alan görmeyi beklemiyordum doğrusu. diğerleri gibi hasar almış, yıkılmak üzere gibi duran bir apartman kapısından içeri girdik teker teker. ve serkanın liderliğinde bodruma doğru indik. bodrumda nöbetçinin açtığı kapıdan girerken parolanın "boru" olmasının beni hiç şaşırtmadığını fark ettim. herhalde bir götü en rahatsız eden nesne bu olmalıydı. kapıdan içeri girerken beklediğim küçük bir ev boyutlarında bir alandı. ancak merdivenlerle karşılaşınca şaşırdım. serkan arkasına baktı ve ilerlememi söyledi, bende şaşkınlığımdan kurtulup merdivenlerden inmeye başladım. birkaç dakika sonra (evet birkaç dakika) başka bir kapıya ulaştığımızda şaşkınlığım iyice artmıştı ve kapıların açılmasıyla insanlığın hala pes etmediğini gösteren tabloyu gördüm.

karşımda devasa bir yeraltı sığınağı duruyordu. daha sonra bunu ordunun gelecekteki nükleer savaş vb. gibi tehlikeler için yaptığını öğrenecektim. ilerledikçe hayretim arttı, içeride gözlerim beni yanıltmıyorsa yüzlerce insan vardı. sığınak iki katlıydı ve ikinci katın tam ortası boştu bu yüzden bulunduğum yerden üst tarafıda görebiliyordum. ben donmuştum, kımıldayamıyordum. sonunda serkan onu izlemediğimi fark etti ve geri dönüp kolumdan tutarak beni peşi sıra sürükledi. komutanın odasına doğru ikimiz ilerliyorduk...

- aman tanrım, sonunda sonunda... eğer bu anlattığın hikaye doğruysa kehanet gerçekleşti demektir. bunları sana söylemenin bana ne büyük bir mutluluk ve ümit verdiğini tahmin edemezsin...
- yani ben?
- evet, sen seçilmiş kişisin.
- sekter lan.
- valla bak.

inanmıştım. komutanın gözünden boşalan yaşlar gerçeği söylediğinin kanıtıydı. ancak üzerime yüklenen korkunç bir sorumluluktu. bana söylenen bu sözler tüm insanlığın kaderini benim ellerime emanet ediyordu. sersemlemiştim, komutanın odasından çıkarak kalabalığa bana anlattıklarını duyurduğunu duydum. bir o bağırıyordu, bir kalabalık; herkes gaza gelmişti. bir süre daha konuştuktan sonra komutan beni yanına çağırdı. yine rüyada gibi ilerledim ve deliye dönmüş kalabalığı gördüm. aklıma söyleyecek hiçbir şey gelmiyordu bu yüzden sadece el salladım. ancak görünen o ki bu bile insanları çıldırtmaya yetmişti. ben ise mutlu değildim kesinlikle, gitgide üzerimdeki sorumluluğun daha çok farkına varıyordum. bir yandanda götün belirmesinin sabahında yaşadığım duyguların anlamını çözdüğümü düşünüyordum. demekki tüm hayatım ve yaşama amacım buydu. çevreme bir kez daha baktım ve kararımı verdim. bu insanları ya kurtaracak ya da bu uğurda ölecektim. ne yapacağıma dair hiçbir fikrim yoktu ancak tek bir şeyi biliyordum.
yapılması gerekeni yapmak zorundaydım.
tümünü göster