ilk gördüğümde sevmiştim onu. hem çok değişikti, hem çok sevimliydi. tırtıla benziyordu biraz...kafasında mezuniyet kepi, her bir kıvrımındaki ellleriyle tuttuğu üç dört tane kitap, gözlükleri ve yaldızlı harflerle üstünde yazan "ı am a bookworm" (ben bir kitap kurduyum) yazısı ve kafa kısmındaki püskülüyle cezbetmişti beni her zaman. (tarif edilmesi ne kadar zormuş, meğer ne kadar değişikmiş). ingilizce yazının anlamını bilmeyen küçük bir çocuktum, ablama doğum günü hediyesi olarak gelmişti o ayraç...

ilk gördüğümde sevmiştim onu. hem çok değişikti, hem çok sevimliydi. kelebeğe benziyordu...merdivenlerden hızlı hızlı iniyordu, küçük bir kız gibi sevimliydi, sanki içi içine sığmıyordu. kolları toplanmış gömleğine geçirdiği kravatla çok farklı duruyordu, farklılık iddiasında olmayan bir güzelliği vardı. sonra sonra her bir noktasını ezbere bileceğim o güzelliğin benim için çok farklı olduğunu ilk görüşümde anlamıştım. uzaktan, hayran nazarlarla süzmüştüm onu. ilişkinin anlamını bilmeyen saf bir çocuktum, hayatıma doğum günü hediyesi olarak girmişti o kız...

yıllar sonraydı onun benim oluşu. nedendir bilmem öyle terk edilmiş duruyordu kenarda bütün güzelliğine rağmen. ben aldım onu. kullanmaya başladım. ortaokuldaydım sanırım ilk kez kitabımın arasına koyduğumda. yıllarca birlikte olacağımızı, ona bu kadar bağlanacağımı bilmiyordum henüz. yüzlerce kitap okudum arasına o ayracı koyup. her seferinde özel bir ihtimamla çıkarırdım yerinden onu, kitabı kapatacağımda da gösterirdim aynı özeni. yavaş yavaş bağlanmıştım ona.

yıllar sonraydı onun benim oluşu. nedendir bilmem öyle terk edilmiş duruyordu kenarda bütün güzelliğine rağmen. hayatımdaki ilk sevgilimdi. dokunmaya kıyamıyordum. dünyamı değiştirmişti. gözümü kör etmişti. artık varsa yoksa oydu. başlangıç ve bitişti. ezel ve ebeddi. güzel ve mabeddi. ilk günden biliyordum yıllarca birlikte olacağımızı, ona bu kadar bağlanacağımı. diğer yarım olmalıydı o. çok seviyordum. hayatımın anlamını, aşkımı, nihayet curcunaya bir es verip yaşadığımı hissetmemi sağlayacak, hayatın heyulasından beni çekip çıkaracak, kitabın arasına ayracı koyup kafamı kaldırıp güzellikleri görmemi sağlayacak kişiyi bulmuştum...artık yaşıyordum.

bir gün... aileniz de istanbul'daysa, istanbul'da üniversite öğrencisi olmak demek (ortaokuldan üniveristeye kadar evet), belediye otobüslerinde yaşamak demektir bir yandan. aylık akbil (önceden de mavi karttı, şimdilerde ne acaba? mezun oldum artık, öyle şeyler kullanmıyorum...bak yine parantez içine girdim, girince çıkamıyorum ben bu parantezlerden, yazının havası değişiyor her seferinde biliyorum, hissediyorum. ama tutamıyorum kendimi, öte yandan da diyorum ki, lan demek ki zorla yazıyormuşum, tam da içimden geldiği gibi olsa neden gireyim parantez içine? bu ayracın sonu) kullanıyordum,o otobüsten inip bu otobüse binerdim. yine bir otobüsten inmiş diğerine binecekken birdenbire yerde olduğunu fark ettim ayracımın. düşürmüştüm ve rüzgar yola doğru uçurmuştu. son anda görmüştüm neyse ki, iyice uzaklaşmadan cevval bir hamle yapıp aldım yerden, üzerime gelen otobüse rağmen. (meraklısına not; olay haşim işcan durağından bir önceki durakta geçiyor, aksaray durağıydı adı galiba, pertevniyal'in hemen karşısında) o gün anlamıştım ayracın benim için ne kadar önemli olduğunu, onu kaybedersem ne kadar üzüleceğimi, ona nasıl bağlandığımı...

bir gün... (ne çok severdi benim "bi gün" diye başlayan cümlelerimi, anılarımı...bir gün o "bi gün" lerden birine malzeme olması ne kadar acı. artık anı olması ne yaralayıcı) yenibosna'da otobüslerin son durağında buluşacaktık (bak bu konuya da çok takığımdır. otobüslerin ilk durağıdır orası aynı zamanda, ama hep son durak deriz. yılbaşı da aslında "yılsonu"dur ama tezatlık bu ya ona da baş diyoruz.) bekledim, gelmedi. aradım, çalmadı. evini aradım, arkadaşlarını aradım, evde yoktu, arkadaşlarının yanında değildi. en son benim yanıma gelecekken görülmüştü ve haber alamıyordum. delirmiştim. telefonunun şarjı bitmiştir, belki başka duraktadır diye şirinevler'e gitmiştim koşarak, yoktu. geri döndüm ve sadece bekledim. eli kolu bağlı, çaresiz, korkuyla. planladığımız saatten yaklaşık bir buçuk saat sonra telaşla geldi. gitmiş olduğumu düşünüyordu, şarjı bitmişti ve yanlış otobüse binmişti. parası yokmuş, inip binememiş falan. ilk gördüğüm anı unutamıyorum. öyle sıkı sıkı sarılmıştım ki. çok şaşırmıştı, o kızacağımı düşünüyordu. ama ben o gün anlamıştım ayracın benim için ne kadar önemli olduğunu, onu kaybedersem ne kadar üzüleceğimi, ona nasıl bağlandığımı...

hayat işte. insan fark etse de dikkat edemiyor bazen elindeki kıymetli şeylere. ondan ayrılmıştım, çok üzgündüm. elimde hep kitap olurdu o zamanlar. her zaman gittiğimiz bir kafeye gitmiştim, arkadaşlara rastladım. birlikte çok sık yaptığımız bir şeyi yaptık sonra, kalkıp avcılar sahile yürüdük, kayalıklarda içecektik. içtik de... hüzünlüydüm, dedim ya. şarkı türkü söyledik, dertlendik. sonra kalktık eve yollandık. otobüste kitabın içinde ayracı göremeyince ikinci kere yıkılmıştım. o gün fark etmiştim ikisinin benzerliğini, ikisini de elimden kaçırdığımı, ikisinin de artık güzel birer anıya dönüştüğünü...ertesi gün kayalıklara gittim, daracık aralıklarında aradım, kafeye sordum, yola baktım...yoktu.

epeydir kitap okumuyorum.
tümünü göster