gençken çok hevesliydim hayatın anlamını aramaya."gördüğüm her dilber ateşti bana" mesela. sürekli bir arayış, bir sorgulama, bir kabullenmeme, bir reddiye...hayatın basitliğine karşı isyanla geçti gençliğim, komplike bir hayatın varlığına inancımla vücudumda-beynimde oluşan komplikasyonlarla mücadeleyle harcadım tazeliğimi. vah benim dertli başım, heder olmuş yıllarım vah...
sonra bir gün....
uzun mesafe öğrencisiydim ben. yıllarım belediye otobüslerinde geçti. yetmişaltıte, yetmişsekiz daha sonra yetmişüç ve seksenbeşme. istanbul'da yaşayanlar bilir, otobüs hatlarını numaralarıyla bilmek prestij göstergesidir (yok lan ne prestiji, yollarda süründüğünün resmidir). kitap okurdum hep yollarda, bazen güzel kız varsa artizlik olsun diye yazı da yazardım. ama bir gün, sadece o anı unutmamak için yazmıştım bir yazıyı. çünkü her şey o kadar basitti ki...bir "aydınlanma" anı yaşamıştım. belki de o andan sonra hayata, dünyaya dair fikirlerim değişmiştir, bunu bilemem. ama emin olduğum bir şey varsa, o an gerçekten her şey bana çok basit gelmişti.
(nasıl heyecanlandırıyorum di mi? oysa ki yok bir şey olum, bildiğin basit bir hikaye, bak adı üstünde, ne kadar basit değil mi demiş adam...daha ne bekliyorsun, hayatın anlamını falan açıklamayacağım, bildiğin vasat bir an...şimdi anlatınca komik gelmeyecek ama ben yaşarken çok gülmüştüm hikayelerinden biri.şimdi anlatınca size "eee bu mu yani" dedirtecek ama benim için özel bir andı)
ya işte uzatmayayım, böyle kitap okuyorum ben yine. karşıdan bir yavru geldi, offf yeme de yanında yat. (yok lan yok, olur mu? hayatın anlamı diyoruz, genciz, safız diyoruz. o anlamı daha ilerleyen yıllarda, yaş kemale erip de hayattan umudumu kestiğim dönemlerde keşfettim ben). ya işte uzatmayayım (ya anlasanıza, korkuyorum işte benim için önemli bir anın hiç bir şey ifade etmeyecek olmamasından size, onun için erteliyorum anlatmayı), küçük bir kız. ortaokula gidiyor (şşşşşş...sapık mıyım ben, sübyancı mıyım? ne o öyle dudakların kenarındaki pis tebessüm? tek gözü küçülterek gülmeler falan? ayıp oluyor gençler, burada size içimizi döküyoruz, allah allah...anlatmıyorum lan o zaman)

tamam. baştan alıyorum, hem de hiç araya girmeden, yekten, olduğu gibi anlatacağım olayı (umarım):

otobüsteyim. baharın ilk günleri. güneş yeni yeni yüzünü gösterir de insanın içi yaşama sevinci dolar ya hani. öyle günlerden biri. avcılar'dan binmişim otobüse ve havaalanı kavşağına gelmek üzereyiz. küçük bir kız, ortaokul üniformalı, ayakta. sanırım daha yeni binmişti otobüse. birden yolculardan biri oturduğu yerden kalktı inmek üzere. orta yaşlı bir amca ayaktaydı ve oturmak için teşebbüste bulunmadı. küçük kıza bakıp "sen geç" minvalinde bir hareket yaptı. o an kızın yüzünde beliren mutluluk ifadesini o yaşıma dek görmemiştim galiba. çok sevindi kız (ya da bana öyle geldi). yüzünde kocaman bir gülüşle gidip koltuğa oturduğunda, benim de kafama taş düşmüştü. evet demiştim. hayat o kadar karmaşık bir şey değil aslında. ufacık şeylerden mutlu olabilir insan ve mutluluktur hayatın anlamı.

sonra hemen kalem kağıt çıkarıp o anla ilgili bir şeyler yazmıştım. belki bulurum o yazımı, o günkü duygularımı anlamak adına tekrar okurum. o kızın gülüşünü tekrar görürüm belki. çünkü bu günlerde hayat yine garipleşti. kış geliyor ondan mı? belki de daha basittir hayat ha dostlar? sadece ve sadece iklimdir tüm hayatımız. yazlar sıcak ve durgun, kışlar soğuk ve düşüşlü, sonbaharlar ıslak ve hüzünlü, ilkbaharlar güneşli ve umutkan..kim bilir?
tümünü göster