gece yürüyüşleri nedir bilirsiniz. hiç kimsenin olmadığı saatlerde sadece kendi ayak sessinizin asfalta vurduğunu duya duya uzun bir süre yürmüşünüzdür.

hiç bir mevzi yoktur. acele de yoktur. sadece yürümek için yürürsünüz. kafanızda bir düşünce peyda olmaz. kafanızda durdurak bilmeyen makine şalter indirmiştir.

sadece yürürsünüz yürürsünüz.

arada sırada bir sigara yakmak için duraksarsınız. bazı vakitler herkesin zıbarıp yattığı saatlerde ekmek peşinde koşan taksiler yanınıza selektor yaparak bir ümitle yaklaşir. ama taksiye binemenize gerek yoktur. ümidi kirilmiş cocuk gibi geldikleri gibi hizlica basar giderler.

sokakta gezmez melekler derler. gercekten de dogrudur. gündüzün sahte melekleri inlerinde huzursuz uykularına dalmiştir.

kurmacalı oyuncaklar gibi bir ordan bir oraya seyirten yabancılar simdi ortalarda yoktur.

siz sadece adımlarınızın sesi ile yürürsünüz yürürüsünüz...

panolar kararmiş, nöbetci eczanecilerin uyku sever kalfalari suntadan tezgaha baslarini dayamiş yarım yamalak uyurlar.

çöp kamyonlari temizlik araclari caddeleri sularlar.

köpekler hiç olmadıkları kadar hür grup halinde dolanirlar.

belki kafanızda bir müzik vardir.

o muziğin makamına ayak seslerinizi uydurursunuz.

aklıma kelebek romanı geldi.

henri hücreye atildiği ilk seferinde her adimi bir saniye olmak üzere hücresini adimliyordu. bir adim bir saniye. 5 metreyi 5 adimda alip basladiği noktaya 10 adimda geri dönüyordu. saatleri böyle sayiyordu. bir adim tik bir adim tak. bu tik taklar ile 2 sene hücrede kaldi.

ikinci defa girdi. yine tik taklar ve sonu seytan adasında biten yolculuga cikti. o adadan da ver elini önce ingiliz guyanasi ordan da yallah venezulla...

gece yürüyüslerini severim.

gecleri gündüzlerden daha cok severim.

gündüz sahtekardir.

gece ise dürüst.

gece oldugu gibidir.

gündüz ise olmadığı gibi.

gündüz yürümek güreş tutmak gibi yorucudur.

gece yürümek ise esrarengizdir.

esrarcengiz diyerek nejat uygur espiri yapacaktim az kalsin.

ama kendimi tuttum.

nejat uygur için tiktakların bitmek üzere oldugunu sağir sultan bile biliyor.

modern tıbbın bütün imkanlari ile ayakta duruyor.

ölmek üzere olan bu adamın cenzasinden faydalanmak isteyen pek muhterem sahte gözyaslı akbabalar ise şimdiden faaliyete geçtiler.

bu akbabalar ki ölü evinde ölüevinin sahibinden daha cok gözyası dökerler.

heryerleri sahtedir. sahte vakarlar ile siyah kiyafetleri ile ordan oraya seyirtir. kesinlikle iğrenc birşey.

ama bazi vakitler olur. bir an gelir. insan kendi tiktağini kesmek ister. ama bunu bıcakla tabancayla değil içten öldürme dediğimiz seylerle yapar. mesela bütün maziyi çöpe atar. sanki hiç varolmamışcasina bütün hesapların sonuna zarar kar amacı gütmeden bir cizik atar. işte insan bu turlu de ölür.

evet ölür.

çünkü daha fazla yasaması için çevresinde bir sebep, içinde de istek kalmamıştır artık.

ne kadar basit değil mi?

gece yürüyüşlerini severim bana kendi tiktaklarımı hatırlatıyor ve tiktaklarım yasarken ölmemem gerektiğini söylüyor....
gençken çok hevesliydim hayatın anlamını aramaya."gördüğüm her dilber ateşti bana" mesela. sürekli bir arayış, bir sorgulama, bir kabullenmeme, bir reddiye...hayatın basitliğine karşı isyanla geçti gençliğim, komplike bir hayatın varlığına inancımla vücudumda-beynimde oluşan komplikasyonlarla mücadeleyle harcadım tazeliğimi. vah benim dertli başım, heder olmuş yıllarım vah...
sonra bir gün....
uzun mesafe öğrencisiydim ben. yıllarım belediye otobüslerinde geçti. yetmişaltıte, yetmişsekiz daha sonra yetmişüç ve seksenbeşme. istanbul'da yaşayanlar bilir, otobüs hatlarını numaralarıyla bilmek prestij göstergesidir (yok lan ne prestiji, yollarda süründüğünün resmidir). kitap okurdum hep yollarda, bazen güzel kız varsa artizlik olsun diye yazı da yazardım. ama bir gün, sadece o anı unutmamak için yazmıştım bir yazıyı. çünkü her şey o kadar basitti ki...bir "aydınlanma" anı yaşamıştım. belki de o andan sonra hayata, dünyaya dair fikirlerim değişmiştir, bunu bilemem. ama emin olduğum bir şey varsa, o an gerçekten her şey bana çok basit gelmişti.
(nasıl heyecanlandırıyorum di mi? oysa ki yok bir şey olum, bildiğin basit bir hikaye, bak adı üstünde, ne kadar basit değil mi demiş adam...daha ne bekliyorsun, hayatın anlamını falan açıklamayacağım, bildiğin vasat bir an...şimdi anlatınca komik gelmeyecek ama ben yaşarken çok gülmüştüm hikayelerinden biri.şimdi anlatınca size "eee bu mu yani" dedirtecek ama benim için özel bir andı)
ya işte uzatmayayım, böyle kitap okuyorum ben yine. karşıdan bir yavru geldi, offf yeme de yanında yat. (yok lan yok, olur mu? hayatın anlamı diyoruz, genciz, safız diyoruz. o anlamı daha ilerleyen yıllarda, yaş kemale erip de hayattan umudumu kestiğim dönemlerde keşfettim ben). ya işte uzatmayayım (ya anlasanıza, korkuyorum işte benim için önemli bir anın hiç bir şey ifade etmeyecek olmamasından size, onun için erteliyorum anlatmayı), küçük bir kız. ortaokula gidiyor (şşşşşş...sapık mıyım ben, sübyancı mıyım? ne o öyle dudakların kenarındaki pis tebessüm? tek gözü küçülterek gülmeler falan? ayıp oluyor gençler, burada size içimizi döküyoruz, allah allah...anlatmıyorum lan o zaman)

tamam. baştan alıyorum, hem de hiç araya girmeden, yekten, olduğu gibi anlatacağım olayı (umarım):

otobüsteyim. baharın ilk günleri. güneş yeni yeni yüzünü gösterir de insanın içi yaşama sevinci dolar ya hani. öyle günlerden biri. avcılar'dan binmişim otobüse ve havaalanı kavşağına gelmek üzereyiz. küçük bir kız, ortaokul üniformalı, ayakta. sanırım daha yeni binmişti otobüse. birden yolculardan biri oturduğu yerden kalktı inmek üzere. orta yaşlı bir amca ayaktaydı ve oturmak için teşebbüste bulunmadı. küçük kıza bakıp "sen geç" minvalinde bir hareket yaptı. o an kızın yüzünde beliren mutluluk ifadesini o yaşıma dek görmemiştim galiba. çok sevindi kız (ya da bana öyle geldi). yüzünde kocaman bir gülüşle gidip koltuğa oturduğunda, benim de kafama taş düşmüştü. evet demiştim. hayat o kadar karmaşık bir şey değil aslında. ufacık şeylerden mutlu olabilir insan ve mutluluktur hayatın anlamı.

sonra hemen kalem kağıt çıkarıp o anla ilgili bir şeyler yazmıştım. belki bulurum o yazımı, o günkü duygularımı anlamak adına tekrar okurum. o kızın gülüşünü tekrar görürüm belki. çünkü bu günlerde hayat yine garipleşti. kış geliyor ondan mı? belki de daha basittir hayat ha dostlar? sadece ve sadece iklimdir tüm hayatımız. yazlar sıcak ve durgun, kışlar soğuk ve düşüşlü, sonbaharlar ıslak ve hüzünlü, ilkbaharlar güneşli ve umutkan..kim bilir?