bir çok şeyi bana sevdiren, birçok şeyin acı acı faturasını ödememeyip öğrenmeme sebebiyet veren kişidir. yazıların da hümanizm ile diyalektiği birleştiren bazı kaz kafalı ezbercilerin parmaklarıyla göstererek kakak adam dediği şu haliyle bile en kabadayısını bile çepten çıkartacak kişidir kendisi. hem döver hem sever. ama eleşiri kültürünün sadece eleştirmek için eleştirmek olarak değil çözüm olduğunu belirtir. çok şeyler konuşabilirim hakkında. konuşmayı keşiyorum ve bir yazısını ekliyorum;

bu bir ibrani masalı imiş. bana vaktiyle fikret adil anlatmıştı. masalı biraz değiştirerek naklediyorum;

okumaktan çok yazmaya, yazmaktan çok okumaya ve okuyup yazmaktan çok, düşünmeye meraklı bir filozof, kainatın sırrını çözmek için gece gündüz uğraşıp dururmuş.

saçları uzun, sakalı perişan, gözlerinde kimsenin göremediği bir alemi seyretmenin derinliği, insanların arasında manevi herkül heybetiylr dolaşırmış.

onu görenler;
- büyülü bir adam, derlermiş, o bizi bizden daha iyi biliyor.

filozof insanlarla konuşurmuş;

- neden bu kadar mustaripsiniz insanlar?

binlerce ses cevap verirmiş;

- karnmız aç, ruhumuz karanlık ve aşksızız.

filozof konuşur, konuşurmuş. kimsenin göremediği alemleri derinliğini taşıyan gözlerinde yangınlar tutuşurmuş:

- insanlar, bakışlarınızı kalbinize çevirip, orasını aydınlatınız. ruhunuz düşüncenizle ısınsın. parmaklarınızı kıpırtadan kuvvet, aşkınız olsun.

insanlar filozofun dediğini yapmak ister, gene de mutluluğa kavuşamazlarmış.

- karnımız aç, derlermiş. karnımız aç, ruhumuz karanlık ve aşksızız.

filozof, telkinleri ile insanları bir türlü mesut edemediğini gördükçe üzülür, cihanın sırrını çözmek için daha çok düşünürmüş.

nihayet onun uzun saçlarından, dalgın bakışlarından ve hiç mucize yaratmayan sözlerinden herkes usanmış ve filozofu kimse dinlemez olmuş.

yavaş yavaş bu kayıtsızlık bir kine dönmüş;

- bu adam da kim diyorlarmış. bize bol bol nutuk söylüyor. bizim ise karnımız aç...

ve filozofu şehirden kovup çöle sürmüşler.

filozof çölde yürüyor, cihanın sırrını düşünmeye devam ediyormuş. aklına gelenleri de yavaş sesle mırıldanıyormuş. bu mırıltıları duyan çöl köpekleri filozofun etrafına toplanmaya başlamışlar.

filozof, köpeklere, içinde biriken konuşma özlemiyle, gözleri çakmak çakmak, nutuklar söylemeye koyulmuş:

- köpekler, beni dinleyin, bu ses uyanmamış ruhunuza bir ışık getirecek. dünyayı başka türlü görecek ve yükseleceksiniz. hidayete ereceksiniz. köpeklikten kurtulacaksınız....

köpekler vecd içinde içinde kulaklarını dikmişler, kuyruklarını sallamışlar.

filozof konuşuyormuş. konuştukça açılıyormuş. köpekler bu sesteki sihrin tesiriyle ayağa kalkar gibi olmuşlar. filozofu anladıkları yüzlerinden belli imiş.

filozof:

- köpekler, diyormuş, bedenizin esaretinden kurtulun. cihanın sırrını düşünün. siz de bu esrarın bir parçasısınız.

köpekler nerde ise cevap verecek hale gelmişler. nerde ise mucize olmak üzere imiş.

fakat filozofun bu kuvvetini fazla gören gök tanrısı çöle bir zebani göndermiş.

ve zebani, filozofu dinlerken nerde ise konuşacak gibi hassaslasan köpeklere bir kemik fırlatmış.

kemik fırlatır fırlatılmaz, filozofun etrafındaki bütün köpekler, derhal köpekleşip kemiğe koşuşmuşlar; filozofu nutku ile başbaşa bırakmışlar.

filozof gülümsemiş;

- buldum, nihayet buldum. cihanın sırrı, köpekler için daima bir kemiktir.
tümünü göster