bir ara kelimelerin köklerini incelemek gibi bir saplantıya takılmıştım. ve özlemek... ona baktığımda tüylerim diken diken olur.'' 'öz' -le - mek''. hani -mek, -mak fiillerin sonuna gelirde eylem niteliği kazandırırya, bakın şimdi; özüne almak, birini, bir şeyi öz-le-mek, kısmen özünden saymak. böyle baktığımda konuşmalarda, telefonda, mektuplarda, neredeyse gerek duyulan her yerde kullanılan bu kelime aslında ne kadar da derin. içinden çıkılmaz bir kuyu gibi, ya aşağı ineceksin, ya yukarı çıkacaksın ama ikisinde de tam çıkış yok. yani özlendiğinde de ''özledim'' diyeceksin, hayatında ayrı bir yeri olan biri için de ''özledim'' diyeceksin. sevdiğin sevmediğin herkes için kullanacaksın, ama tam kullanımı hiç olmayacak.

özüne almak anlamında baktığımda, ''özledim'' diyebildiğim o kadar az insan var ki. hayatımın bazı dönemlerinde hiç olmamış hatta. neden diye soruyorum, sanırım 'öz' üme fazla düşkünlüğümden neredeyse kimseyi 'öz'leyememişim. ama bu anlamının dışında, yani ''bir şeyin ya da birinin ya da bir yerin yoksunluğundan rahatsız olma'' anlamında özlediğim çok şey var. 2005 yazını özlüyorum. hayatımın dönüm noktası olan o yazı- ki ben yazları hiç sevmediğim halde- özlüyorum. küçükken midye topladığım deniz kenarını, babamın balıkçıların karşısındaki dükkanını..anneannemi..dünyanın daha yaşanılabilir bir yer olacağı bir zamanı özlüyorum.
tümünü göster