dün iftara yakın bir saatte zeytinburnu'ndan eminönü'ne giden bir otobüsteyim. otobüs ışıklarda durunca elinde koli olan bir adam bindi. kolinin üzerinde son dönemlerin kötü şöhret sahibi yardım derneğinin logosu vardı. adam bir köşeye ilişip koliyi açtı. koliden çıkan küçük iftariyelik kutuları insanlara dağıtmaya başladı. eyvah dedim. şimdi biri çıkacak adama laf söyleyecek. 'ne yüzle dağıtıyorsunuz? bize yaranmak için mi? çalıp çırptıklarınızın hesabını verin önce...vs.vs.' ön taraflardan bir kaç kişi istemez diyerek reddetti. bir kişi de oruç tutmadığı için almadı. kendimi tutmuş bekliyorken kutu bana uzandı, allah razı olsun diyerek aldım. adam da minnetle gülümsedi. ilginç, kutuyu aldığım için minnet duyuyordu. neyse ki beklediğim olmadı. otobüs, halkın çığırtkan sesini barındırmıyordu belli ki. o ses ki bir seferinde kendisine daha yakın olan orta kapı yerine arka kapıdan inen bir adamcağıza on beş dakika boyunca saydırmıştı. ciddiyim, kulağımla duydum.

kutuları dağıtan adam bir durakta indi. ama bana bir hüzün çöktü. açlıktan mı, batmak üzere olan güneşin yarattığı ışık oyunlarıyla sonbaharı hissetmem mi, kulağımdaki müzik mi? yoksa gerçekten hüzünlenmem için bir sebep mi vardı? adamın fedakar çabası ve ona burun kıvıran hor gözle bakan insanlar. bir restoranda hesap kutusunu getiren garsona bile teşekkür etme kibarlığına sahip insanoğlu iftar zamanı orucunu açabilsin diye ona yiyecek-içecek veren birine burun silkiyordu. ki adam bunu karşılıksız yapıyor. ya da karşılık alıyor olsun. yardımseverlik, fedakarlık, yapılan iyiliklerin cezasız kalmaması, kötü insanlar, çamur at izi kalsınlar, yoksullar, açlar... kötüler-iyiler...sonra aklıma birşey geldi.

vakti zamanında gözden çıkardığım bir elli kağıt vardı. gözden çıkardığım birkaç kitap, birkaç adisyon, bir kazak, bir ayakkabı... lütfedip onu paylaşmaya niyetlenmiştim. nereye bağışlasam kararsızlığından sonra 5'i geçen muhtelif saatlerde banka kapısının önünde kaldığımdan para günler geçmesine rağmen hala bendeydi. onun hala bende olması demek beni hala yardıma niyetlenmiş yardım sever insan yapıyordu. paraya baktıkça gururlanıyordum kendimle. sonra ne oldu biliyor musun, o parayı harcamak zorunda kaldım. zorunda kaldım, çünkü hayatımda o zamana kadar gördüğüm en güzel ayakkabıyı görmüştüm. elime geçecek ilk parayla yardım yapacağıma içimden söz vererek tekrar sahiplendim parayı, aldım ayakkabıyı. ama unuttuğum birçok şey gibi sözümü unuttum.

bu benim tarihimde en utanç duyduğum hikayelerdendir. kimsenin bilmediği, ortak olmadığı; ben, cüzdanım, içindeki elli kağıt, yardımseverlik duygum, ihmalkarlığım ve nefsim arasında geçti. çok utandığımdan bir daha kendime bu konularda söz vermedim. sonrasında gözden çıkarıp paylaştığım elli kağıtlar da o ilk utancımı geçirmedi.

dün akşam da kötü insanların şifresini çözmeye çalışıken aklıma 'ben' geldim. o hatayı yapabildiğim için yine yapma hakkımın içimde hep saklı olduğu... aç ve açık insanları tırnağım kadar düşünmediğim, düşündüğümde ise bunu bir lütuf olarak görüp içten içe böbülendiğim...

kendine güven diyor herkes. ben de diyorum ki: 'kendine güvenme'. ilkin kendine güvenme. her türlü kötülüğü yapabilir, en derin bataklıklara düşebilir, boğulana kadar farkına varmayabilirsin. sahip olduklarını kaybedebilir, daha beteri bu durum karşısında tüm metanetini ve umutlarını yitirebilirsin. o her kötülükten sorumlu tuttuğun şeytana pabucunu ters giydirebilirsin. değil mi ki şeytan insanoğlu'na 'ben' demiş, 'senden beriyim'. güvenme, sahip olduğunu sandığın adalet, iyilik ve merhamet duyguları benliğinin, arzularının altında muhafaza ediliyor olabilir. ki bu kuvvetle muhtemeldir. kendi kötülüğünden korkarak yaşa. başkalarından şüphelenmeye fırsatın kalmasın. derdin kendinle olsun ki başkalarıyla uğraşma. kendi hesabını doğrultmakla meşgul ol ki hesabı başkasına kesme.

yanlış anlaşılmasın. bunları kendime diyorum. çünkü bir tek kendimi biliyorum.
tümünü göster