geçen gün, eğer boğularak ya da yanarak ölmezsem cesedimin kıyamete kadar gömülü kalacağı yere 'babamın memleketindeki mezarlığa' gittim. bizim rahmetli akrabalara okudum, üfledim. sonra içimi yokladım. hala yasını tuttuğum kimse kalmamış. çöktüğüm yerden doğruldum. abime sesleneceğim gidelim diye. ama pragmatik insan mezarlıkların üstündeki otla çiçekle haşır neşir. koparıyor, yüzüne yaklaştırıyor, kokluyor. güneş arkasında ve batmak üzere. abim bir silüet olarak görünüyor. netleme yaptım, deklanşöre bastım. beynimde taşınamayanlar klasörüne yeni bir fotoğraf ekledim. eminim onun mezarının başında bu fotoğrafı hatırlayıp zırıl zırıl ağlayacağım. (burada. bilmem kaç yıl sonra. ve tabii sırayla ölürsek.) saçma bir düşünce!

o anda içimi bir kasvet kapladı. mezarlığa akşamüstü gidilmez diyen aile büyüğünü dinlemediğim için kendime bir aferin çektim. öyle ya burada daha fazlası olmalı.

'kendine bir fatiha okusana.'

akşamüstü bir mezarlık dekorunda, hayatla ne alıp veremediğini bulamamış bir insan olarak aklıma ilk gelen oyunu sahnelemeye başladım: nereye gömülürüm? dedeciğimin üst başında boş yerler var. bu saatte defin olur mu? olabilir. mezarlığın kapısından tabut taşıyan bir kafile giriyor. yeni kazılmış mezarın başında duruyorlar. rutubetli toprak kokusu. tabut açılıyor. beyaz beze sarılı kütle toprağa atıveriliyor. ilk kürek savruluyor. kefene çarpan toprak sesi. ilk ve son kürek arasındaki bitmeyesi zaman. ilahi kelam mırıltısı. ağlayanlar, oflayanlar. ufuk kızarmış. yarın hava güzel olacak. ama benim yarınım yok. üşüdüm. başımı çevirip abime baktım. biz ölüleri ziyarete gelmiş iki ölümlüyüz ve hala canlıyız.

dedemin toprağından bir avuç alıp yüzüme bastırdım. karanlık ve toprak kokusu beni tekrar düşüme döndürdü. 'senin derdin ne?' diye sormanıza şaşırmıyorum. neyse, o anda garip birşey oldu. ağlamaya başladım. ağlıyordum çünkü içim acıma duygusuyla dolmuştu. neye acıyordum? kendime sanırım... bu ölmüş halim çok acınasıydı. ruhu uçmuş beden mutlak bir yalnızlığa mahkumdu. ruhumla gitmek daha mantıklı. ama bedenimi yalnız bırakamıyorum. arafta bile değilim. sonra arkamda bıraktığım dünya... her şey bensiz. umurlarında mı acaba! seslensem duyan olmayacak. bu ölü halimle yapılan herşey arkamdan olacak. tüm kötülükler beni sırtımdan vuracak, tüm iyilikler de 'ölüp badem gözlü olan köre' yapılacak.

ölüm, dünyadaki varlığımı anlamsız ve acınası kılıyordu.

birkaç dakikalık bu düşten abimin sesiyle uyandım.

- dedeme mi ağlıyorsun sulugöz?
- yok kendime!
- hahah! o gün de gelecek. ama arkandan ağlayan olur mu bilmem.
- endişelenme ağlayası gelmiş birileri çıkar elbet.

bu yazının bir sonuç paragrafı olmalı. 'mezarlıklar...' diye başlayan bir cümle kurmalıyım. sanırım bu: mezarlıklar bir çoğumuzun zihninde bir ölüm trajedisi sembolü. oysa orada daha fazlası var. ama inanın ne olduğunu bilmiyorum.

babamın memleketinden selamlar.
tümünü göster