yahudi, oğluna yüksekçe bir masaya çıkmasını söylemiş. oğlu 'çok yüksek nasıl çıkacağım?' diye sormuş. baba, 'ben sana yardım ederim.' demiş. 'peki nasıl ineceğim?', 'ben sana yardım ederim.' baba yardım etmiş. oğlu masanın üzerine çıkmış.

***
ona gitmemesini söyledim ama gitti. gitmesini üstüme alınıp beni dinlemiyor diye sitem edemem. çünkü giderken bana sormadı bile. dahasını da yapacak. onunla konuşacak, kavga edecek. susmasını söyleyeceğim. beni duymayacak bile. onu şaşırtacak birşey yok ki hayatta neden korksun. bu kadar kazık yedikten sonra dilediğince yaşamayı haketti artık. ona kavga etme dediğimde, bana 'korkma' demişti. 'kavgadan kötüsü var. görmek bile istemezsin.'

hayata öğrenmeye gelmiştik ya hani. meraklıya herşey malum oluyor sırayla. görmemesi gerekenler sıra sıra sahneleniyor gözü önünde.birbirine nefretle bakan iki kardeş gördüm. sonra nedense, biri elini uzatır gibi oldu. öteki ise soğukça karşılık verdi. yolunu şaşırmış gibi düştü el öteki ele. ama dokunuca irkilip kendine geldi, ciddileşti. besbelli soğuk geldi avuç ona. böylece elele tutuştular. keşke tutuşmasaydılar. öyle sahte bir yakınlık en büyük nefretin kanıtıydı. gördüm. bana da inanmak düştü. habil ile kabil, yusuf ve kardeşleri masal değildi.

bana anlatsa inanmayacaktım. çünkü iki kardeş candı. iki parmaktı. dünyaya atılmadan önce aynı rahmin misafiriydiler. uzunca bir zaman aynı sofrada yediler. aynı merhametin kucağında avundular. aynı gazabın dehşetinde dövüldüler. bu kardeşlik yetmeyebilir mi ihaneti durdurmaya? hala soru olarak kalsın istiyorum.

ben hiç birşey görmedim sandık. bunlar yalandı. onlar kavgalarına delice devam ettiler. sonra birbirlerinin kafalarını kırdılar. ama alınlarından yanaklarına doğru inen kana gözyaşları karışıyordu. sonra iki dağın kavuşması gibi sıkıca sarıldılar. kanıyor ve ağlıyorlardı.

***

yahudi'nin oğlu masadan inmeye çalıştı. babası ona yardım etmedi.
'neden' dedi oğlu 'neden baba?'
yahudi 'babana bile güvenme oğlum' dedi.

birçok oğul masanın üzerinden bakıyor hayata.
tümünü göster