şehrin dışında, bağ içerisindeki 2 göz odalı evimizin tam karşısında bir elektrik direği yani sokak lambası vardı. bildiğimiz bir sokak lambası neden bu kadar önemli, ki ondan bahsediyorsun demeyin. o bizim sokaktaki tek sokak lambasıydı. bir diğer önemi ise her gece tam tepesine konan baykuştu. bildiğimiz, birçok kişi tarafından uğursuz sayılan baykuşu biz çok severdik.

şehir merkezinde kirada oturduğumuz günlerden bir gün babamın ev sahibiyle yapmış olduğu horoz kavgası üzerine ( bu konu başka bir başlık altında incelenecek), bir sabah birdenbire sadece bazı haftasonlarında dinlenmek ve çapa yapmak için uğradığımız derme çatma bağevinde buluvermiştik kendimizi. ne elektrik vardı ne de su. varlık içinde yokluk çekiyorduk. taşındığımız günün gecesinde, sanki bize hoşgeldiniz demek istermiş gibi bütün gece öten baykuşun sesini ilk duyduğumuzda ürkerek birbirimize sokulmuştuk. annemin 'uğursuz kuş, zaten evimiz barkımız kalmadı, sığındığımız yerde bile uğursuzluk bizi buldu' sözlerini unutamam. bu sözler üzerine dahada ürkerek üç kardeş izin verse annemizin eteğinin altına girecektik. babam 'güllü saçmalama. baykuş uğursuz değildir' diyerek bizi yavaşça kucağına çekmiş, gaz lambasının ışığında bize baykuşun aslında murat kuşu olduğunu, ondan dilediğimiz her dileğin gerçek olacağını anlattığında hepimizin gözleri parlamıştı.

sonrasında o gece karanlığını yırtan soluk sarı renkli ışığın yansımasına doğru yavaşça yürümüştük babamın ellerinde. her birimiz farklı bir dilekte bulunmuştuk;

- murat kuşu murat kuşu bana çikolata getir.
* murat kuşu murat kuşu bana bebek getir.
+ murat kuşu murat kuşu bana araba getir.

o gece baykuşun ötüş seslerinin bizi onayladığını düşünerek hayal dünyasında uykuya öyle huzurla dalmıştım ki. ertesi gün havanın kararmasını, bir an önce gece olmasını ve baykuşun gelmesini dört gözle bekledik. annemin içten içe gülüşleri kısmen umudumuzu yitirmemize neden olsa da yinede bekleyiş heyecanını hala hatırlarım.

akşam olup hava karardığında babamın kapıdan girmesiyle birlikte üstüne atlamış ve isteklerimizin nerde olduğunu sormuştuk. o ise gülümseyen gözlerle 'bana niye soruyorsunuz ki. gidin murat kuşuna sorun, direğin altına bakın. dileklerinizi o küçük kanatlarıyla taşıyabildiyse getirmiştir' demişti.

normalde evden çıkıp bahçedeki tuvalete gitmeye korkan bizler, dileklerimizin gerçek olmuş olma ihtimaline karşılık karanlığa kendimizi nasılda korkusuz atmıştık. ahh ah! koşarak gittik, baykuş orada duruyordu direkte, ama hediyeler kanatlarında yoktu. sonra kardeşim otların arasındaki parlayan çikolata paketini farkederek çığlık çığlığa bağırmaya başladı;

-gerçekten murat kuşuymuş!!

evet oradaydılar, bebek, araba ve çikolata.

bugün bu başlığı okuyunca bütün bu anılar ani bir resmi geçit töreni düzenledi zihnimde. yıllar oldu murat kuşundan dilek dilemeyeli. evime vardığımda ilk işim tüm elektrikleri söndürüp, o eski ıssız karanlığı ve çocuk ruhumu yakalayıp sokak lambasının altına gitmek olacak. o günlerdeki dileklerimle elimdekileri takas yapabilmek için son bir kez sesleneceğim ona;

-murat kuşu murat kuşu al bütün dilediklerimi, bana babamı geri getir!!
tümünü göster