tanımadığım bunca çocuğun yüreğine girip, daha sanki bir ufakken haykır haykır dilediklerimden. seneler sonra yılmaz odabaşı'nın dizelerinde rastladığım vakit şaşırdığım da oldu.
baba dediğin işe giderdi bir zamanlar. sabah erkenden çıkar giderdi. traş olurdu köpük köpük. oturur izlerdin. kış günü sıcak yatağından çıkıp da hayırlı işler demeden rast gitmezdi ya işleri hani, ya da sen öyle sanırdın. öpmen lazımdı traş sabunu kokan yanaklarından, kahvaltıdan önce, çaydan sonra. gitmesiyle gelmesi bir olmazdı kimi zaman. beklenendi. ne kadar uyursan uyu, ne kadar oynarsan oyna, acıta acıta bekletmeye hali kalırdı yine zamanın. ev toplanırdı, başlardı gün. ev işiydi annenin otur izle, kaprisiydi annenin öğle uykusu derken, buğulu bir yemek kokusu içinde akşam vururdu camlara. merdivende görünür ansızın ince siluet. bir elinde boş sefertasları, diğerinde file. koş yavrum al elindekileri. in/merdiven/kap/gel/çık/tek/nefes.
dönerdi babalar, elbet dönerlerdi. işe gitti sandık da biz dönmediler mi, feryatlar kopmaktan ziyade susup dizilirlerdi içimize. etle tırnak avuçta tekrar birleşirdi. fena derdi komşular. ağlayamazdık. o vakit dua. oyun kalmazdı işte, uyku kalmazdı. dualar gelirdi yerlerine dolardı. akşama dek gelsin diye, akşam olunca gelse diye. işleri hiç bitmedi kiminin. uzun mesailer boğazımızda kaldı. bundandır;
"ayrılık ülkesinde delikanlılar, bıyıkları dişlenmekten uç vermez gibi
ne garip, ölmek sanıyor çocuklar geceleri..."

dualar değişti, uhdeler köklendi içimde. babalarını ver onlara biricik, tek sen yapabilirdin bunu. olmadı ne dersin, onları bağışla tüm oğullara. bir kaşık deniz,bir tutam ayışığı, bir lokma dumanlı ekmek. başka ne isterdi ki insaf?!
şehrin dışında, bağ içerisindeki 2 göz odalı evimizin tam karşısında bir elektrik direği yani sokak lambası vardı. bildiğimiz bir sokak lambası neden bu kadar önemli, ki ondan bahsediyorsun demeyin. o bizim sokaktaki tek sokak lambasıydı. bir diğer önemi ise her gece tam tepesine konan baykuştu. bildiğimiz, birçok kişi tarafından uğursuz sayılan baykuşu biz çok severdik.

şehir merkezinde kirada oturduğumuz günlerden bir gün babamın ev sahibiyle yapmış olduğu horoz kavgası üzerine ( bu konu başka bir başlık altında incelenecek), bir sabah birdenbire sadece bazı haftasonlarında dinlenmek ve çapa yapmak için uğradığımız derme çatma bağevinde buluvermiştik kendimizi. ne elektrik vardı ne de su. varlık içinde yokluk çekiyorduk. taşındığımız günün gecesinde, sanki bize hoşgeldiniz demek istermiş gibi bütün gece öten baykuşun sesini ilk duyduğumuzda ürkerek birbirimize sokulmuştuk. annemin 'uğursuz kuş, zaten evimiz barkımız kalmadı, sığındığımız yerde bile uğursuzluk bizi buldu' sözlerini unutamam. bu sözler üzerine dahada ürkerek üç kardeş izin verse annemizin eteğinin altına girecektik. babam 'güllü saçmalama. baykuş uğursuz değildir' diyerek bizi yavaşça kucağına çekmiş, gaz lambasının ışığında bize baykuşun aslında murat kuşu olduğunu, ondan dilediğimiz her dileğin gerçek olacağını anlattığında hepimizin gözleri parlamıştı.

sonrasında o gece karanlığını yırtan soluk sarı renkli ışığın yansımasına doğru yavaşça yürümüştük babamın ellerinde. her birimiz farklı bir dilekte bulunmuştuk;

- murat kuşu murat kuşu bana çikolata getir.
* murat kuşu murat kuşu bana bebek getir.
+ murat kuşu murat kuşu bana araba getir.

o gece baykuşun ötüş seslerinin bizi onayladığını düşünerek hayal dünyasında uykuya öyle huzurla dalmıştım ki. ertesi gün havanın kararmasını, bir an önce gece olmasını ve baykuşun gelmesini dört gözle bekledik. annemin içten içe gülüşleri kısmen umudumuzu yitirmemize neden olsa da yinede bekleyiş heyecanını hala hatırlarım.

akşam olup hava karardığında babamın kapıdan girmesiyle birlikte üstüne atlamış ve isteklerimizin nerde olduğunu sormuştuk. o ise gülümseyen gözlerle 'bana niye soruyorsunuz ki. gidin murat kuşuna sorun, direğin altına bakın. dileklerinizi o küçük kanatlarıyla taşıyabildiyse getirmiştir' demişti.

normalde evden çıkıp bahçedeki tuvalete gitmeye korkan bizler, dileklerimizin gerçek olmuş olma ihtimaline karşılık karanlığa kendimizi nasılda korkusuz atmıştık. ahh ah! koşarak gittik, baykuş orada duruyordu direkte, ama hediyeler kanatlarında yoktu. sonra kardeşim otların arasındaki parlayan çikolata paketini farkederek çığlık çığlığa bağırmaya başladı;

-gerçekten murat kuşuymuş!!

evet oradaydılar, bebek, araba ve çikolata.

bugün bu başlığı okuyunca bütün bu anılar ani bir resmi geçit töreni düzenledi zihnimde. yıllar oldu murat kuşundan dilek dilemeyeli. evime vardığımda ilk işim tüm elektrikleri söndürüp, o eski ıssız karanlığı ve çocuk ruhumu yakalayıp sokak lambasının altına gitmek olacak. o günlerdeki dileklerimle elimdekileri takas yapabilmek için son bir kez sesleneceğim ona;

-murat kuşu murat kuşu al bütün dilediklerimi, bana babamı geri getir!!
-baba hava karardı!

"dün canım olan yarın düşmanım olmaz benim. yaşananların hatrı hep saklı kalır. hatırları hep sorulur, selamları hep alınır.
sildiklerim vardır bir de. onlar yaptıklarım, pişmanlıklarımdır. adları anılmaz, hatırları sorulmaz. sadece beddualarımdır.
beni sadece allah yargılar!"

babamın defterinden bunları okuyorum. benden defter istediğinde verdiğim eski bir matematik defterimden. kağıt üzerindeki mürekkep kadar baki kalamayan babamın fani ellerinden.

bazı şeyleri yaşamadan yazmanın anlamsızlığını anladım.
evdeki 'ses'sizliğin acılığını.
sekiz yıl önce cerrahpaşa'da kurtarılan hayatın her zaman kurtarılabileceğine inanmanın saçmalığını.
öptüğümde artık tebessüm edemeyen bir babaya sarılmanın ne demek olduğunu.
yoğun bakıma koşarken göğsüme saplanan sancının, 'çok çabaladık.' dendiğinde saplanacak bir bıçağın gölgesi olduğunu.

dün manava uğradım
"babaya selam abi" dedi
fırından baston ekmek aldım
çok severdin ya hani
"görünmüyor baba" dedi
"yoksa memlekette mi?"
bulmaca eki ayırmış gaste bayi
sana gönderdi
dana dili sormuşsun
"geldi" dedi ciğerci
bozuk param çıkmayınca
"baban kadar yoksun" dedi
köşedeki dilenci
leblebinin yanında badem içi de verdi
hep alırmışsın
öyle dedi kuruyemişçi
berber sefer selam söyledi
"gelmiştir" dedi "traş vakti"
balıkçı ardımdan seslendi
"baba çok sever lüferi"
dilim varmadı üzmeye garipleri
söylemedim habersiz gittiğini

sol üst köşesine "ah babam" yazmış arka sayfanın, ardına da bu şiiri. kendi babası için hissettiklerini bana miras bırakmış.

-baba nerdesin?

-baba gel nolur!

-bi cevap ver baba!

-baba..