hayatımda iki kez tecrit edildim.

birincisi bundan yaklaşık on yıl önce nerden kaptığımı bir türlü anlayamadığım tifo hastalığı nedeniyleydi. on gün boyunca karantinaya alınmış, bir yandan tuvalete yetişmeye çalışırken *(*ishal), diğer yandan serum şişesi ve yüksek ateşle mücadele etmeye çalışırken bu tecrit edilme fikri bana çok koymamıştı açıkçası. sevdiklerim bir camın ardından veya özel kıyafetler giyerek beni ziyaret ettiklerinde, 'bu gerekli, yoksa bu laneth hastalığı onlara da bulaştırabilirim' diye düşünmüştüm. hastalığın bulaşıcığını önlemek için tecrit edilmem şarttı. ne zaman ki ateşim düştü, ishalim geçti o oda bana hapishane gibi gelmeye başladı, işte o zaman tecrit edilme fikri bana koymaya başlamıştı.

ikinci tecrit edilme zamanım için çok uzak zamana götürmeyeceğim sizleri, hemen üç gün öncesine 19 mayıs 2008 tarihine uzanmak yeterli. 16-19 mayıs arasındaki üç günlük tatilimi yaşamak istediğim tek şehir olan istanbulda geçirmek için yola çıktım cuma gecesi. süper bir üç gün geçirdim demek isterdim sizlere. gezdiğim yerlerden istanbul aşkımdan bahsetmek isterdim ama 19 mayıs 2008 tarihinden itibaren başlayan sigara yasağı gezimin son gününe ve tüm güzelliklere kocaman bir kara leke sürdü. ben aşık olduğum şehirde hayatımın belası olan ama bir türlü vazgeçemediğim sigara yüzünden tecrit edildim.

kaldığım otelde sabah kahvaltısının ardından, bahçede kimseyi sigara dumanıyla rahatsız etmek istemeyerek açık alanda üstü brandayla örtülü bir masaya kuruldum güzelce. güne uyanabilmek için keyifle tüttüreceğim sigaramın yol arkadaşı olan neskafemin siparişini vermenin ardından garsonun uzaklaşmasıyla sabahın ilk sigarasını tellendirip arkama yaslandım. 'güneş, istanbul ve sigaram oh bee dünya ne güzel' diyerek tam hayallere dalmak üzereydim ki yakınımdan gelen bed bir ses beni yeryüzüne döndürdü.

- burada sigara içemezsiniz! (pardon yok, hanımefendi yok, incelik yok sadece emir tonunun hakim olduğu bir erkek sesi)
*(ne diyosun sen o. çocuğu, senin ağzını yüzünü.... demek isterken ağzımdan) neden ama burası açıkalan değil mi? diyebildim sadece.
- üstünüzdeki brandayı görmüyorsunuz sanırım. diyerek eliyle yukarıyı işaret etti. (hala incelik yok)
* e peki ben nerede sigara içicem? (hayallerim yıkıldı gitti)
- ileride bahçe kapısı yanında sigara içenlere özel bölüme geçin. (yine emir kipi, yine nezaket yok. la havle...)

başım dik elimde yanan sigaramla savaşı kaybetmiş ama gururunu kaybetmemiş bir komutan edasıyla ayaklarımı sürüyerek bana gösterilen alana ilerlerken çevremdekiler bana sanki vebalıymışım gibi bakıyorlardı. bu bakışlara inat başımı çevirmeden

* kahvemi yeni masama getirin o zaman! diye buyurdum. ama bu buyruk bile içimi rahatlatmadı.

nedir bu kardeşim yahu! kapalı alanda içmiyorum, dumanım çevremi rahatsız etmesin diyerek kişilerden uzağa oturuyorum ve hala bulaşıcı hastalık taşıyormuşum misali toplumdan uzaklaştırılıyorum.

buradan yetkililere sesleniyorum. heyyyyyyyyyyyyyyyyyyy kanser bulaşıcı değil ama depresyon bulaşıcıdır!!
tümünü göster