yine dopdolu bir gündemle birlikteyiz sevgili okuyucu.

arçelik'in anneler günü için hazırladığı reklamda yer alan on adet 'anne', fotoğrafları müstehcen bulunduğu için milli gazete tarafından sansüre uğradı. haber başlığını okuduğumda "acaba gözlerine siyah şerit mi çektiler" sorusu belirdi kafamda. ama gördük ki, kısa kollu t-shirtler uzun kolluya çevrilmiş; halihazırda dizaltı olan etekler bileklere kadar indirilmiş. sansürlü ve sansürsüz fotoğraflar alt alta koyulduğunda "iki resim arasındaki zihniyet farkını bulun" oyunu oynanabilir:

1- milli gazete, bu reklamın aşırı dozda 'günah' içerdiğini düşünmüştür. milli gazetenin düsturu "ana bir bacı iki, gerisine ver tikky"dir.

2- senelerce ıssız adada kalan hayali kahraman robinson'u bile tahrik etmekten uzak söz konusu fotoğrafı görüp kendinden geçen dinibütün tayfa, reklamı hiç yayınlamamak yerine, sansürleyerek yayınlamak yolunu seçerek "ben paramı alırım. paranın menşei beni bağlamaz" demekte; kendiyle çelişmektedir. zira bu eylemiyle günahkar arçelik'in günahına ortak olmuş, cehennem otellerinden çift kişilik bir suit rezerve etmiştir. öyleyse yarın, esrar ticaretiyle vole vuranların reklamını almakta da beis görmeyecektir bu gazete.

3- tamamiyle çıplak olan, her uzvu teşhir edilen edepsiz robot çelik görmezden gelinmiş, milli gazete kadınlara bakışını ironik biçimde açıkça sergilemiştir.

sıkıldım bu meseleden. lahmacun cinayeti var sırada. taksim'den aksaray'a giden dolmuşta, lahmacun yiyenlere 'yememeleri' yönünde telkinde bulunan kişi, tartışmanın büyümesi üzerine tepebaşı mevkiinde, lahmacun yiyerek gücüne güç katanlarla beraber dolmuştan tard edilmiş; akabinde büyüyerek sille tokat kavgaya dönüşen tartışma sonucunda bıçaklanarak kan kaybından ölmüştür. acı bir olay.

fakat yerinde ben olsaydım, kokudan bayılacak olsam yine de o insanlarla muhatap olmazdım. gecenin o vaktinde, tarlabaşı cumhuriyeti'nde böyle bir tartışmaya taraf olmak, kefenini cebinde taşımak anlamına gelir.

geçenlerde kabataş-kadıköy vapuruna binmek üzere iskeleye girdiğimde ne göreyim: iğne atsan yere düşmeyecek durumda olan iskelenin içerisindeki oturaklarda oturan üç genç sigara tellendiriyor. şimdi, bu durumda yapılması gereken nedir?

a) sigara içenlere yaklaşılır ve gayet medeni bir dille, söz konusu mahalde sigara içmenin yasak olduğu anlatılır. çıkan kavga sonucu yaralanılır hatta ölünür.

b) iskele görevlilerine ihbarda bulunarak sigara içilmesini önlemesi sağlanır.

c) görmezden gelinir ve sigara dumanı sineye çekilir.

a şıkkının ilk cümlesi zaten paradoks. iskelede sigara yakan birine, medeni şekilde bir yaklaşım mümkün değildir. yaklaşım belki mümkündür fakat alınacak karşılık, ali sami yen'e getirilen aslanın verdiği tepkinin bir benzeri fakat iğrenci olacaktır.

aynı şekilde, hareket kabiliyetinin bile olmadığı ve içinde on kadar insan bulunan dolmuşta lahmacun gibi kokusuyla genç kız bayıltılıp kaçırılan bir yiyecek yiyen kişiye uyarıda bulunulmaz. bu çok bariz bir durum çünkü. dolmuşta lahmacun yiyen adam, emanetsiz gezmez o vakitte. ekosistemde hayvandan hemen üstte yer alan (ki bazı hayvanların daha üstte yer aldığı, standart sapma bulunduğu ayniyle vakidir) bu insan azmanlarının bu yaştan sonra eğitilmesi mümkün olmadığından, bence affı kabil olmayan bir ceza ile, müebbet hapisle cezalandırılmaları gerekir.

içkiliymişler, hap atmışlar abisi. mazeret mi bunlar? bilakis katalizör. hap alıp suç işleyene daha çok ceza vereceksin. ah, bütün suçlu toplum aslında. devlet, o insanların eğitilmesi için gerekli ortamı sağlamadı. aslında ceza hukukunda tam da böyle bir teori var yüz yıl öncesine ait. asıl suçlu, o çocukları 'çıkaran' anne maalesef. hatta baba. hatta tanrı. hatta kutsal ruh!

hülasa, can sıkıcı haberler gündemde. yaşanılır olmaktan giderek sıyrılan, giderek şirazesini kaybeden bir memleket olup çıkıyor türkiye.
tümünü göster