öz kızına senelerce tecavüz eden, torunları aynı zamanda çocukları olan zalım babanın dehşetine düşmüş durumda dünya. 50 yıl sonra filme çekildiği zaman bu senaryo "yaşanmış bir olaydan beyaz perdeye uyarlanan" biçiminde lanse edilecektir, bundan kuşku duymuyorum.
hadiseyi neresinden tutsak elimizde kalır. adamın karısı böyle ekstrem bir sapıklıktan nasıl haberdar olmaz? ki haberi olduğu da söyleniyor. hücre olarak kullandığı bodrumun elektriğini komşusunun kablosuna 'saplama' tabir ettiğimiz türden veya 'kısadevre' tabir edilen biçimde komşusuna 'ittiren' bu cani adamın bön komşusu "meğer senelerdir faturalar o yüzden yüksek geliyormuş. evde hiçbir elektrikli cihaz vs. çalışmadığı zaman bile saat fıldır fıldır dönüyordu" demesin mi? ben şahsen böyle bir açıklama yapacağıma intiharı yeğlerim. be salak insan, ortalama bir zekaya sahip olmayışınla, suça ucundan kıyısından bulaştığını fark etmiyor musun? söylediğin üzere, belki yıllar önce ortaya çıkacaktı bu facia. 18 yaşına geleni de dahil, bodrumdan gayrı yerde yaşamamış, gün ışığı almamış, dere tepe, bulut görmemiş, aralarında homurtuya benzer sesleşmelerle anlaşan -insan- çocukların maruz kaldığı ve kıyamet alameti sayılabilecek kadar büyük günahlardan olan bu eylemin vebalini sana da sormayacaklar mı?
**** **** ****
artık köprülerde paralı geçiş diye bir geçiş türü yok. aylardır söyleniyor. buna rağmen, yasağın devreye girdiği gün köprü gişeleri allak bullak oldu. ogs veya kgs sahibi olmayan araç sahipleri uzun kuyruklar oluşturdu, trafiği felç etti. haber spikeri, kuyruktaki şoförlere mikrofon uzatıp soruyor "ogs cihazınız yok mu?" diye. malumu ilam yani bir nevi. adam da "yohtır" diyor. işte bu adamı istanbul dışına siktir edeceksin, bir daha da almayacaksın. hadi kuyruktaki 100 kişiden 5 tanesi gündemle hiçbir şekilde alakalı değil, her gün kullandığı gişelere, şehrin muhtelif yerlerine asılan uyarı yazılarını da okumamış; bu yüzden de paralı geçişin kalkacağından bihaber diyelim... peki 100 kişiden 95 kuş beyinli, 95 yarım akıllı neye güveniyor? bu aptallara yapılması gereken muamele şu: araçlarını bağlayacaksın gişelerin orada; çekeceksin otoparka; ciddi bir ceza yazacaksın; onu ödemeden de trafikten men kaydını kaldırmayacaksın. ama yok... öyle bir ülkeyiz ki biz, öyle vatandaşlar ki bu arkadaşlar, bir musibet değil bin musibete uğrasalar yine de akılları başlarına gelmez. derdi günü, günü kurtarmak olan, günübirlik yaşayan bu insan bozuntularına "yaşadığınız şehir sadece size değil, sizden sonraki nesle de aittir" derseniz, boş bakışlardan ve müstehzi gülüşten başka neyle karşılaşabilirsiniz ki?
**** **** ****
1 mayıs taksim meydan muharebesi bağıra bağıra geldi ve geçti. 1 mayıs'a duruşma günü veren hakimlere içimden ne güzel dualar ettim. kelimelere dökmek istemiyorum, kelime dağarcığınızdaki en latif kelimeleri özenle seçin ve bu sevgili hakimlere ithafen kullanın. vapurlar çalışmadığı ve trafikte neler olacağını kestiremeyeceğimiz için, duruşmadan 1 buçuk saat evvel levent'teydim. duruşmalar bittikten sonra üstadımı aradım ve taksim'e otobüsle vardığını söyleyince şaşırdım. otobüsler meydana girmese de ışıkların orada filan yolcuları indirip ring sefer yapıyormuş. iyi bari dedim. adliyenin önündeki duraktan mecidiyeköy'e giden herhangi bir otobüse bindim. oradan da taksim'e geçeceğim. metro zaten şişli'den ötesine geçmiyor, önceki günden konulan bir yasak zaten bu. fakat o da ne? gayrettepe çıkışı ve mecidiyeköy girişi araç trafiğine kapatıldığı için otobüsten inmek zorunda kalıyoruz. ve zorlu parkur başlıyor: mecidiyeköy'e kadar bir sorun yok fakat sonrası felaket!
cevahir alışveriş merkezi'nin oraya geldiğimde, cevahir'in yan sokağında, rumeli caddesi'ni dik kesen sokakta üç adet duman kaynağı görüyorum: biber gazı bombaları. olan biteni ilgiyle izliyorum. derken caddede hareketlilik başlıyor. az evvel cumhuriyet gazetesi'ne çıkan sokakla caddenin kesiştiği yerde 'biji'li slogan atan grup, bizon sürüsü gibi kaçışmaya başlıyor: herbiri 110 metre engellide koşar gibi, çok hızlılar. panzer kadrajı kaplıyor ve kırmızıya bulanmış su ile ferahlatıyor mayıs sıcağından bunalan göstericileri. cadde kenarından ilerliyorum. polis kordonu ile karşılaşıyorum. kordon caddeyi boydan boya kaplamış durumda. sol kısma doğru ilerlerken kordonu aşamayıp geri dönen insanlarla karşılaşıyorum. kimliğimi çıkarıp ofisimin taksim'de olduğunu söylüyorum, "buyur" ediyorlar beni. bu ne incelik diye düşünüyorum. şişli camii'n önüne geldiğimde ikinci kordonla karşılaşıyorum. kordona yaklaşırken gözlerim dolmaya başlıyor. neden duygulandın a benim yufka yüreğim diyorum. bölücü örgütlerin vatanı bölmesine kahramanca mani olan polisin cengaverliği mi duygulandırdı seni diyorum. meğerse bibergazı denen illet yüzündenmiş. yanımda bir kadın da benle beraber ağlamaya başlıyor. ama onunki sesli ağlamak. sitem ediyor devlete, ağlayışlarla kesilen cümlelerle. telefonum çalıyor, şişli camii'n öte yanında ofisi bulunan bir dost. durumu arz ediyorum, boğazım, gözlerim, burnumun direği alev almış, güçlükle konuşuyorum. mola verip yola devam ederim diye düşünüp 'sığınma' talep ediyorum ofisine, buyur gel diyor.
osmanbey civarında artık polis kordonu sayısı artarken, kordonun 'yarılabilirlik' derecesi de düşüyor. avukatlık kimliği de fayda getirmiyor. çünkü caddenin ileriki kısmında çetin çatışmalar var. panzer ve bibergazı bombaları iş başında. aynı kordonun en solundaki görevli polise meramımı ilettiğimde "lütfen ara sokakları kullanın, caddede durum pek tekin değil" derken, en sağdaki polis "buyrun geçin" diyor. işte türk polisi'nin, memurunun özeti bu! inisiyatif kullanma konusundaki standardizasyon eksikliği. vay be, ne tanım!
ara sokaklardan ana caddeye çıkma bakımından her girişimim hüsranla sonuçlanınca izlediğim rota bir 'ara sokaklar zig-zagı' oluveriyor. haliyle kat edilen yol ve sarf edilen zaman hayli artıyor. umulandan çok daha geç vakitte varıyorum ofise. kanlı olma yolunda hızla ilerleyen 'gazlı' bir 'bir mayıs'ta, bir 'bir mayıs gazisi' olarak ve düzene, düzenlere söverek...
hadiseyi neresinden tutsak elimizde kalır. adamın karısı böyle ekstrem bir sapıklıktan nasıl haberdar olmaz? ki haberi olduğu da söyleniyor. hücre olarak kullandığı bodrumun elektriğini komşusunun kablosuna 'saplama' tabir ettiğimiz türden veya 'kısadevre' tabir edilen biçimde komşusuna 'ittiren' bu cani adamın bön komşusu "meğer senelerdir faturalar o yüzden yüksek geliyormuş. evde hiçbir elektrikli cihaz vs. çalışmadığı zaman bile saat fıldır fıldır dönüyordu" demesin mi? ben şahsen böyle bir açıklama yapacağıma intiharı yeğlerim. be salak insan, ortalama bir zekaya sahip olmayışınla, suça ucundan kıyısından bulaştığını fark etmiyor musun? söylediğin üzere, belki yıllar önce ortaya çıkacaktı bu facia. 18 yaşına geleni de dahil, bodrumdan gayrı yerde yaşamamış, gün ışığı almamış, dere tepe, bulut görmemiş, aralarında homurtuya benzer sesleşmelerle anlaşan -insan- çocukların maruz kaldığı ve kıyamet alameti sayılabilecek kadar büyük günahlardan olan bu eylemin vebalini sana da sormayacaklar mı?
**** **** ****
artık köprülerde paralı geçiş diye bir geçiş türü yok. aylardır söyleniyor. buna rağmen, yasağın devreye girdiği gün köprü gişeleri allak bullak oldu. ogs veya kgs sahibi olmayan araç sahipleri uzun kuyruklar oluşturdu, trafiği felç etti. haber spikeri, kuyruktaki şoförlere mikrofon uzatıp soruyor "ogs cihazınız yok mu?" diye. malumu ilam yani bir nevi. adam da "yohtır" diyor. işte bu adamı istanbul dışına siktir edeceksin, bir daha da almayacaksın. hadi kuyruktaki 100 kişiden 5 tanesi gündemle hiçbir şekilde alakalı değil, her gün kullandığı gişelere, şehrin muhtelif yerlerine asılan uyarı yazılarını da okumamış; bu yüzden de paralı geçişin kalkacağından bihaber diyelim... peki 100 kişiden 95 kuş beyinli, 95 yarım akıllı neye güveniyor? bu aptallara yapılması gereken muamele şu: araçlarını bağlayacaksın gişelerin orada; çekeceksin otoparka; ciddi bir ceza yazacaksın; onu ödemeden de trafikten men kaydını kaldırmayacaksın. ama yok... öyle bir ülkeyiz ki biz, öyle vatandaşlar ki bu arkadaşlar, bir musibet değil bin musibete uğrasalar yine de akılları başlarına gelmez. derdi günü, günü kurtarmak olan, günübirlik yaşayan bu insan bozuntularına "yaşadığınız şehir sadece size değil, sizden sonraki nesle de aittir" derseniz, boş bakışlardan ve müstehzi gülüşten başka neyle karşılaşabilirsiniz ki?
**** **** ****
1 mayıs taksim meydan muharebesi bağıra bağıra geldi ve geçti. 1 mayıs'a duruşma günü veren hakimlere içimden ne güzel dualar ettim. kelimelere dökmek istemiyorum, kelime dağarcığınızdaki en latif kelimeleri özenle seçin ve bu sevgili hakimlere ithafen kullanın. vapurlar çalışmadığı ve trafikte neler olacağını kestiremeyeceğimiz için, duruşmadan 1 buçuk saat evvel levent'teydim. duruşmalar bittikten sonra üstadımı aradım ve taksim'e otobüsle vardığını söyleyince şaşırdım. otobüsler meydana girmese de ışıkların orada filan yolcuları indirip ring sefer yapıyormuş. iyi bari dedim. adliyenin önündeki duraktan mecidiyeköy'e giden herhangi bir otobüse bindim. oradan da taksim'e geçeceğim. metro zaten şişli'den ötesine geçmiyor, önceki günden konulan bir yasak zaten bu. fakat o da ne? gayrettepe çıkışı ve mecidiyeköy girişi araç trafiğine kapatıldığı için otobüsten inmek zorunda kalıyoruz. ve zorlu parkur başlıyor: mecidiyeköy'e kadar bir sorun yok fakat sonrası felaket!
cevahir alışveriş merkezi'nin oraya geldiğimde, cevahir'in yan sokağında, rumeli caddesi'ni dik kesen sokakta üç adet duman kaynağı görüyorum: biber gazı bombaları. olan biteni ilgiyle izliyorum. derken caddede hareketlilik başlıyor. az evvel cumhuriyet gazetesi'ne çıkan sokakla caddenin kesiştiği yerde 'biji'li slogan atan grup, bizon sürüsü gibi kaçışmaya başlıyor: herbiri 110 metre engellide koşar gibi, çok hızlılar. panzer kadrajı kaplıyor ve kırmızıya bulanmış su ile ferahlatıyor mayıs sıcağından bunalan göstericileri. cadde kenarından ilerliyorum. polis kordonu ile karşılaşıyorum. kordon caddeyi boydan boya kaplamış durumda. sol kısma doğru ilerlerken kordonu aşamayıp geri dönen insanlarla karşılaşıyorum. kimliğimi çıkarıp ofisimin taksim'de olduğunu söylüyorum, "buyur" ediyorlar beni. bu ne incelik diye düşünüyorum. şişli camii'n önüne geldiğimde ikinci kordonla karşılaşıyorum. kordona yaklaşırken gözlerim dolmaya başlıyor. neden duygulandın a benim yufka yüreğim diyorum. bölücü örgütlerin vatanı bölmesine kahramanca mani olan polisin cengaverliği mi duygulandırdı seni diyorum. meğerse bibergazı denen illet yüzündenmiş. yanımda bir kadın da benle beraber ağlamaya başlıyor. ama onunki sesli ağlamak. sitem ediyor devlete, ağlayışlarla kesilen cümlelerle. telefonum çalıyor, şişli camii'n öte yanında ofisi bulunan bir dost. durumu arz ediyorum, boğazım, gözlerim, burnumun direği alev almış, güçlükle konuşuyorum. mola verip yola devam ederim diye düşünüp 'sığınma' talep ediyorum ofisine, buyur gel diyor.
osmanbey civarında artık polis kordonu sayısı artarken, kordonun 'yarılabilirlik' derecesi de düşüyor. avukatlık kimliği de fayda getirmiyor. çünkü caddenin ileriki kısmında çetin çatışmalar var. panzer ve bibergazı bombaları iş başında. aynı kordonun en solundaki görevli polise meramımı ilettiğimde "lütfen ara sokakları kullanın, caddede durum pek tekin değil" derken, en sağdaki polis "buyrun geçin" diyor. işte türk polisi'nin, memurunun özeti bu! inisiyatif kullanma konusundaki standardizasyon eksikliği. vay be, ne tanım!
ara sokaklardan ana caddeye çıkma bakımından her girişimim hüsranla sonuçlanınca izlediğim rota bir 'ara sokaklar zig-zagı' oluveriyor. haliyle kat edilen yol ve sarf edilen zaman hayli artıyor. umulandan çok daha geç vakitte varıyorum ofise. kanlı olma yolunda hızla ilerleyen 'gazlı' bir 'bir mayıs'ta, bir 'bir mayıs gazisi' olarak ve düzene, düzenlere söverek...