biliyorsunuzdur, ben internet üzerinden gelişen sosyal içerikli tavırlara pek de olumlu yaklaşan biri değilim. herhangi bir sosyal tavra karşı çıkma lüksüne sahip olduğumuz bir ülkede değiliz. yani pek mesela arjantin'de olsa "sokağa çıkmadan protestocu olanın çükü düşsün" diyebilirdim, burada o da bizden oluyor. beri yandan bu tavır alma biçiminin daha çok "temel kimlik algısı" konulu ya da merkezli olması yahut giderek öyle yönlenmesi, kişilerin kendilerine ya da başkalarına -karşı çıktıkları şey ya da şeyler üzerinden- kimlik ispatına girişmeleri bu işin verimsizliğinin bir nedeni. bir diğer nedeni ise bu tür durumlarda oluşan grupların ya da kümelerin içindeki elemanların pek de birbirleriyle ya da birbirlerinin tartışmaya katabilecekleriyle ilgilenmemesi, üstteki mesajların ciddi bir bölümünün okunmaması, özetle meselenin üstünkörü kalması. kitle ne kdar genişliyorsa doğru orantılı olarak içeriğe yönelik algılar da o kadar zayıflıyor. bir başka neden elbette genelde bu tür oluşumların, kemalist, devletçi ve çok genelde de şoven tutumlar üzerinden bir araya gelmeleri ki arjantin'de olsaydık bu adamlara çük bile vermezlerdi, bizim memlekette bile olsa eyvallah edecek değiliz.

yalnız işte google'i öyle severim severim ki -nedense- iş oraya kadar varıp konu artık hepten çekilmez olunca, bu mesele üzerine bir daha düşündüm. misal bir fabrikada sorun olduğunda eylemin yapılacağı yer başta orasıdır değil mi, demek ki internet eksenli tartışma ve eylem grupları bu konuda bir şey ifade ediyor olmalı. sonra da rastgele denk geldiğim bir imza metnine imza koyup (okumadan imzalamak solcu alışkanlığı, netçi alışkanlığı "kabul ediyorum" diyen yeri tıklarsın da bir kere okudun mu ah bir kere.) mail grubuna dahil oldum. bereket henüz mail grubumla tartışacak cesareti kazanmış değilim, tanrı beni kazanmaktan da korusun.

aslında facebook tabanlı bir internet eğilimi olmadığı ölçüde bir parça düzeyli ve olgun arkadaşlar var burada. yine de rencide etmemek için isim vermeyeceğim. elbette bir çoğunun ciddi bir protestocu geçmişleri yok, yani mesela "buzdolabı magneti" yapalım diye öneri getiren var da molotof içine strafor eritilip konduğunda duble etkili olduğundan haberdar olan yoktur, hatta altkümelerinde straforu ya da molotofu bilmeyen olabilir, şaşırmam. biraz bu yüzden midir, yoksa başka sosyal kaygılar da -kimlik belirtme, kimlik betimleme- işin içine girdiğinden midir nedir tartışmalar da sürdükçe sürüüüüüüüyor. yasak meselesini algılama biçimine dair söyleyeceklerimiz de bu tartışmalarla başlıyor.

maillerden alıntı yapmakla uğraşamayacağım, aşina olduğunuz şeyler. ortak bir "internet özgürlüğü" ya da özgürlük bakışı da yok sanırım grubun, varsa da ben dahil değilim. çoğu üye ise kendi katılımını açıklama hissiyle "internette özgürlükte yanayım ama...
...atamıza dil uzatmaaaaaa
...bölücü, yıkıcııııı
...sapıklar, çocuk pornosuuuu
...vb."

öyleyse mesela başka "ama"larla şu ya da bu siteyi yasaklamaya kalkan iktidar sahiplerinden tek farkınız, iktidarda olamayışınız mı? özgürlükten yanasınız ama bir ama'nız var. "ama" retorikte kendisinden önce gelen cümleyi geçersiz kılar. bir önceki cümlemde iki adet "ama" vardı, hangisinden severseniz. ve özgürlük algınızın sevdiğiniz yönlerini alırsanız pek de yol katetmiş olmazsınız. bakın bunu söyleyen ben genel toplumsal algı tarafından "otoriter rejim" ilan edilmiş bir başka düzenin de destekçisiyim, yine de yasaklamıyorum bu algı biçiminizi, tuhaf bulduğumu anlatıyorum ya da sizin bunu nasıl bulduğunuzu merak ediyorum belki de.

hepimizin hassasiyetleri olabilir; mesela ben kılık kıyafet serbestliğinden yanayım ama artık üzerinde kişinin ismi yazan garip poarıltılı altın ya da imitasyon küpeler takılmasın. insan niye kendi adını boynunda taşır allasen açıklasın birisi bana, ama açıklayabilse bile birisi takılmasın bunlar. yahut mesela akp de dahil bütün partilerin siyasal savunularında kapatma tehdidi ile karşılaşmaksızın serbest olmalarından yanayım, ama bu partililerin aynı tip bıyık bırakması yasaklansın, hiç değilse o bıyık tipi referandum konusu edilsin.

bir aralar "düşünceye özgürlük" diye bir kitap yayınlandı, hatırlayanalar vardır. şanar yurdatapan'ın başlattığı bir girişimdi ve içinde farklı siyasal tonlardan yasaklı yazıların bulunduğu derleme bir kitaptı, yazıların tamamı şu ya da bu mahkeme tarafından toplatma hatta hapis cezası gerekçesi sayılmıştı. yurdatapan ve arkadaşları bir grup sanatçı, aydın ve medyatik toplayıp bu kitaba imza atmışlar, attırmışlardı. temel tema, savunmasam bile her düşüncenin savunulabilmesinden yanayım eksenliydi ve bunun orijinini de bilin artık. kitap mahkemelik oldu! (midyat seyfo gülün!) iş o kadar ciddi katlara gelince yılmaz erdoğan gibi üçüncü sınıf aydınlar bir hopladılar, yazıları okumadıklarını sadece destek için imza attıklarını söyleyerek imzalarını çektiler. kim çekmedi biliyor musunuz: mina urgan. üstelik mina urgan benim gibilerin bile "despot" diyebileceği bir sosyalizm algısını uzun yıllar savunmuş birisiydi. ama aynı urgan, devlet karşısında geri adım atmayacak kadar deneyimliydi. çünkü işte o tereddütünüz, o içinizde kalmış "ama", o sosyal kimliğinizin zedelenebilir eklemleri, o özgürlük bilincinden yoksun türkiyeliliğimiz iktidarların yasaklayabilme gücüdür. yasaklarlar ve bazen kimse karşı çıkmadığı için değil, sizin karşı çıkmanızdan alınan bir cesaret ve güçle yasaklarlar.

yana olduğunuz şeyin özgürlük olup olmadığı mühim değil, karşı çıktığınız şey yasaklar olmalı.

not: tırnak içine yazılanların önemli bir bölümü italik olabilseydi sizce de daha hoş olmaz mıydı? laneth'te italik yasağı kaldırılsın!
kaldı ki hiç sayılmaycağız insanlığın tarihinde; siz bana, ve sorarım ne hakla yasaklıyorsunuz aşık olmayı?

biliyorum aynı kasttan değiliz, kelimenin tam anlamıyla ve yan anlamlarıyla. ama biliyorsunuz daha da bir insanla aynı kasttan olamayacak kadar başkalaşmışlığım var. işçi desen aydın, sosyalist desen rantiyeci, temiz desen zındık, yeşil desen yeşil değil beyaz bir elbise hatta... kabul bu kısımlar bir dahası yaok çoğusunun, yine de seviyorum bazen benzemeyi.

ama siz neden itiraz ediyorsunuz? ben istiyorsam bu benim, ve evet giydiği bej rengi taytı 80lere duyduğum antipatiyle reddediyorum, ama bilsin istiyorum hakkımda bir şeyleri, kaç kere coplanıp, kaç kere adını saydığımı. eminim bir hissesi olurdu, kimseyi tanımıyorsa... ama bir espri yaptım anlamadı -bu su hiç durmaz- yine de ezgiye benzediğinden belki sevindi biraz.

siz beni still'e yakıştıradurun, hacı benim ayrı bir benliğim var, edemeyrum! still, dünyadaki bütün sevgililerin imgesi, biraz da et biriktirse tam kadın olacak, ama bizde de ibneliğe meyil var, o haliyle seviyoruz. eskiden ve yeniden yeniden sevdiğim kadınlarımın yeri ayrıdır, 12 çocuk doğursalar ayrı kalacaktır. aşık olma ilminde istisnalar kaidenin bizzat kendisi. siz yakıştıraduruyorsunuz da size ne yahu! hem deri hem kemik, bi' fazlası pizza diliminin yarısı.

kulaklarımdan biri duymuyor diye üç rengi zeçemiyor muyum sanıyorsunuz: hayat bir bozkırda, tütün sararak, üzüm mayalayarak, biraz sevmek lazım beraberinde.... fazla mı oldu, sayıya sığmadı mı? çıkarın sevme bahsini.

hoş kız, nasıl olsa konuşamam, çıkarın bahsini, zaten sesi bile ezgi'ye benziyor. ama bozkır'da olsa belki tütün sarmazdım.