baştan söylemekte fayda var; konuyu dallandırıp budaklandırarak kafalarınızı allak bullak etmeyi ve ardından türban yasağını katıksız şekilde savunanlar karşısında dahi bir anlık ''ulan aslında mantıklı konuşuyor herif'' intibası uyandırmayı amaç edindim. bu sebeple, konuyla ilgili fazladan mesai harcayanların okumasında fayda görüyor, ''siktir git iran'da yaşa''cıların ve ''be hey dürzü'' fanatiklerinin entry'yi terk etmesini şimdiden salık veriyorum.
karşı çıkanların, sonuna kadar inandıklarını belirterek savundukları, akabinde rasyonellik ve akılcılık kavramlarından bir hayli ödün verdiklerini gözler önüne seren bir durumdan bahsetmekteyiz. daha basit bir ifadeyle, bu tür özgürlüklere değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükümlerin bulunduğu yasaları gerekçe göstererek karşı çıkanların rasyonel düşünceden ayrılarak, tıpkı belli kutsal kitapları esas kabul ederek vahye dayalı yönetim şekli arzu edenlerin içinde bulunduğu gibi dogmatizmin yörüngesine girdiğini düşünüyorum.
[dogma: belli bir konuda ileri sürülen bir görüşün sorgulanamaz, tartışılamaz gerçek olarak kabul edilmesi.]
ancak dogma'nın sadece din eksenli olarak düşünülmesi neticesinde maalesef ki, çağdaşlık kisvesi altında yürütülen ve sorgulanamaz şekilde biat edilen yasaların/ideolojilerin de bir ön kabul olduğu göz ardı ediliyor. vahye dayalı sistemde mutlak doğru yaratıcı olarak kabul edilirken, bu tarz dünyevi yasalarda ise birkaç kişinin oluşturduğu komisyonların mutlak doğruyu ihtiva ettikleri ve sorgulanamaz oldukları kabul edilmekte. örneği, bizim anayasamızın ilk dört maddesinde çok net bir şekilde göze çarpmaktadır.
[ilk 4 yasa konmuştur ve bu kesinlikle olması gerektiği şekildedir!
''namaz kılmak farzdır'' ve bu kesinlikle islam'ın şartıdır.
arada fark göremiyorum.]
ve nasıl ki tümel bir yapıya sahip kuran'ın herhangi bir ayetine muhalif olunduğu takdirde, bütününün reddedilmiş olduğu ve bu sebepten dolayı kişinin islam'dan ayrıldığı sonucu ortaya çıkıyorsa, tabi olduğumuz yasalara da muhalif olmanın ''anayasaya aykırı gelmek'' maddesi uyarınca müheydeye tabi olduğunu hepimiz bilmekteyiz.
arada, tartışmadan biraz sapan ancak felsefi olarak konuyla büyük bir bütünlük arzeden bir husustan bahsetmek istiyorum. bilimin devrimci olduğundan ve gelişiminin sağlanması yolunda sorgulamanın olmazsa olmaz bir önem arzettiğinden birçoklarımız haberdarız. burada bir sorun olmadığını düşünüyorum. zamanında galileo diye bir herif çıkıp da dünyanın yuvarlak olduğunu haykırmasaydı belki hala tepsinin üzerinde yaşadığımızı zannedecektik. ya da hala darwin'in evrim teorisinin rastlantısal mutasyon ilkesini tartışanların içinde katıksız darwinistlerin dahi olması bilimin ve rasyonel düşüncenin ne denli büyük bir nesnellik ve sonuca ulaşma çabası içinde olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir.
yukarıda bahsetmiş olduğum akılcı düşüncenin mutlak bir sorgulama ile ilerleyip gelişebileceğini ve müreffeh toplum yapısının bu şekilde olması gerektiğini kabul eden bugünkü çağdaş ve laik sistemin savunucularının, tabi olduğumuz yasaların sorgulanamayacağını kabul etmesi onları büyük bir paradoksun aktörü konumuna getiriyor. çünkü şayet bilim önkoşul olarak alınıyor ve çağdaşlık kriterleri onun aydınlattığı yol üzerine inşa ediliyor ise, vakti zamanında tıpkı bizler gibi her şeyin doğrusunu bilemeyecek insanların/komisyonların koymuş olduğu yasalara da mütemadiyen bağlı kalınamaz. ve hala bu kuralların geçmiş ile gelecek arasındaki herhangi bir noktada ilelebet geçerliliklerini sürdüreceğine kati suretle teslim olmuşsanız, kusura bakmayın ama dogmatiksiniz! yarın birgün başka birisi çıkıp, şu şu yasalarda değiştirilemez derse iş sarpa sarar. [şükür ki, 301 değiştirilemez kapsamında değil en azından]
bilimsellik ve dogmatizmden uzunca bir girizgah hazırlamamın sebebine gelecek olursak; türbanla üniversitelere girecek kişilerin laiklik ilkesine muhalif olacağı ve vahiy merkezli ideolojilerin zuhur edeceği endişesinin bazı çevrelerde hakim olmasıdır. yani dogmaya karşı olduğunu ısrarla belirten zihniyetin de aslında çağdaşlık kisvesi altında bu yolun yolcusu olduğundan bahsettim.
peki türban'ın üniversiteye girmesi ne gibi sonuçlar doğuracaktır. bir başka merak edilen husus da bu. bu ülkede x milyon türbanlı var ise, yine x milyon türbanlı olacak. yani türban özenilecek bir durum olmadığı gibi aksine genç bir bayan için dininin gereği olmadığı takdirde sittin sene başına geçirmeyeceği bir örtü. bir külfet! zor bir şey anlayacağınız. bir insanın al benisini etkileyen en önemli faktör olan saçını gösterememesi ve daha acıklısı evrensel ahlaktan, etikten nasibini almamış kendini bilmezlerce dalga geçilen bir örtüyü başına takması, takdir edersiniz ki az buz iş değil. özellikle genç bir insanın kanının en fazla kaynadığı ve karşı cins ile etkileşimde bulunmaktan en fazla heyecan duyduğu üniversite çağlarında türbandan nemalanması için geçerli hiçbir sebep yok. şeyhülislam fantezisi olanların dışında tabi ki!
dediğim gibi, x milyon türbanlı var ise bu insanlar üniversiteye girse de girmese de sayı aynı kalacak. şayet; türbanlı= şeraitçi denklemini kabul edeceksek, x milyon şeraitçi yine olacak anlayacağınız. ve şayet bu denklemi kabul edip, şeraitçi bir insanın eğitim ihtiyacını baltalamayı vazife edindiysek, bu ülkedeki yaşama haklarına neden müdahale etmiyoruz? o halde, ''eğitim göremessin ama nefes alabilir, mc donald's'tan menü yiyip, starbuck's'ta kahve içebilirsin'' demiş olmuyor muyuz? ve son olarak bunlara evet diyorsak[ki evet dediğimiz, hala aramızda olduklarından dolayı aşikar] tek derdimizin yukarıda saydığım bütün bu eylemleri cahil olarak yapmalarını istiyor olmamızdır. ''yani ortalıkta dolaşabilirsin ancak cahil olman koşulu ile!'' demiş oluyoruz.
bir garip ülke burası. türban yasağının[laiklikten dolayı] başı çeken savunucusu olan chp'nin başkanı, grup toplantısına kuran getirip, türban'ın kuran'da geçmediğini beyan ediyor. laik bir ülkede, kuran-ı kerime göre içtihad yapıp, yine laik bir ülkede ''kitapta olmayan örtünün nasıl olup da üniversite'ye gireceğini'' tartışıyor. ve sonra da ''adam ne yapıyorsun sen'' diyen birisi çıkmıyor. dini bir hükme göre yasa konulamayacağını savunan bir partinin grup toplantısında, ''bak kardeşim kuran'da böyle bir başörtüsü şekli yok'' diyen bir başkan... sonra sen laik oluyorsun, yasağa muhalif olan şeriatçi! ne güzel istanbul be.
karşı çıkanların, sonuna kadar inandıklarını belirterek savundukları, akabinde rasyonellik ve akılcılık kavramlarından bir hayli ödün verdiklerini gözler önüne seren bir durumdan bahsetmekteyiz. daha basit bir ifadeyle, bu tür özgürlüklere değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükümlerin bulunduğu yasaları gerekçe göstererek karşı çıkanların rasyonel düşünceden ayrılarak, tıpkı belli kutsal kitapları esas kabul ederek vahye dayalı yönetim şekli arzu edenlerin içinde bulunduğu gibi dogmatizmin yörüngesine girdiğini düşünüyorum.
[dogma: belli bir konuda ileri sürülen bir görüşün sorgulanamaz, tartışılamaz gerçek olarak kabul edilmesi.]
ancak dogma'nın sadece din eksenli olarak düşünülmesi neticesinde maalesef ki, çağdaşlık kisvesi altında yürütülen ve sorgulanamaz şekilde biat edilen yasaların/ideolojilerin de bir ön kabul olduğu göz ardı ediliyor. vahye dayalı sistemde mutlak doğru yaratıcı olarak kabul edilirken, bu tarz dünyevi yasalarda ise birkaç kişinin oluşturduğu komisyonların mutlak doğruyu ihtiva ettikleri ve sorgulanamaz oldukları kabul edilmekte. örneği, bizim anayasamızın ilk dört maddesinde çok net bir şekilde göze çarpmaktadır.
[ilk 4 yasa konmuştur ve bu kesinlikle olması gerektiği şekildedir!
''namaz kılmak farzdır'' ve bu kesinlikle islam'ın şartıdır.
arada fark göremiyorum.]
ve nasıl ki tümel bir yapıya sahip kuran'ın herhangi bir ayetine muhalif olunduğu takdirde, bütününün reddedilmiş olduğu ve bu sebepten dolayı kişinin islam'dan ayrıldığı sonucu ortaya çıkıyorsa, tabi olduğumuz yasalara da muhalif olmanın ''anayasaya aykırı gelmek'' maddesi uyarınca müheydeye tabi olduğunu hepimiz bilmekteyiz.
arada, tartışmadan biraz sapan ancak felsefi olarak konuyla büyük bir bütünlük arzeden bir husustan bahsetmek istiyorum. bilimin devrimci olduğundan ve gelişiminin sağlanması yolunda sorgulamanın olmazsa olmaz bir önem arzettiğinden birçoklarımız haberdarız. burada bir sorun olmadığını düşünüyorum. zamanında galileo diye bir herif çıkıp da dünyanın yuvarlak olduğunu haykırmasaydı belki hala tepsinin üzerinde yaşadığımızı zannedecektik. ya da hala darwin'in evrim teorisinin rastlantısal mutasyon ilkesini tartışanların içinde katıksız darwinistlerin dahi olması bilimin ve rasyonel düşüncenin ne denli büyük bir nesnellik ve sonuca ulaşma çabası içinde olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir.
yukarıda bahsetmiş olduğum akılcı düşüncenin mutlak bir sorgulama ile ilerleyip gelişebileceğini ve müreffeh toplum yapısının bu şekilde olması gerektiğini kabul eden bugünkü çağdaş ve laik sistemin savunucularının, tabi olduğumuz yasaların sorgulanamayacağını kabul etmesi onları büyük bir paradoksun aktörü konumuna getiriyor. çünkü şayet bilim önkoşul olarak alınıyor ve çağdaşlık kriterleri onun aydınlattığı yol üzerine inşa ediliyor ise, vakti zamanında tıpkı bizler gibi her şeyin doğrusunu bilemeyecek insanların/komisyonların koymuş olduğu yasalara da mütemadiyen bağlı kalınamaz. ve hala bu kuralların geçmiş ile gelecek arasındaki herhangi bir noktada ilelebet geçerliliklerini sürdüreceğine kati suretle teslim olmuşsanız, kusura bakmayın ama dogmatiksiniz! yarın birgün başka birisi çıkıp, şu şu yasalarda değiştirilemez derse iş sarpa sarar. [şükür ki, 301 değiştirilemez kapsamında değil en azından]
bilimsellik ve dogmatizmden uzunca bir girizgah hazırlamamın sebebine gelecek olursak; türbanla üniversitelere girecek kişilerin laiklik ilkesine muhalif olacağı ve vahiy merkezli ideolojilerin zuhur edeceği endişesinin bazı çevrelerde hakim olmasıdır. yani dogmaya karşı olduğunu ısrarla belirten zihniyetin de aslında çağdaşlık kisvesi altında bu yolun yolcusu olduğundan bahsettim.
peki türban'ın üniversiteye girmesi ne gibi sonuçlar doğuracaktır. bir başka merak edilen husus da bu. bu ülkede x milyon türbanlı var ise, yine x milyon türbanlı olacak. yani türban özenilecek bir durum olmadığı gibi aksine genç bir bayan için dininin gereği olmadığı takdirde sittin sene başına geçirmeyeceği bir örtü. bir külfet! zor bir şey anlayacağınız. bir insanın al benisini etkileyen en önemli faktör olan saçını gösterememesi ve daha acıklısı evrensel ahlaktan, etikten nasibini almamış kendini bilmezlerce dalga geçilen bir örtüyü başına takması, takdir edersiniz ki az buz iş değil. özellikle genç bir insanın kanının en fazla kaynadığı ve karşı cins ile etkileşimde bulunmaktan en fazla heyecan duyduğu üniversite çağlarında türbandan nemalanması için geçerli hiçbir sebep yok. şeyhülislam fantezisi olanların dışında tabi ki!
dediğim gibi, x milyon türbanlı var ise bu insanlar üniversiteye girse de girmese de sayı aynı kalacak. şayet; türbanlı= şeraitçi denklemini kabul edeceksek, x milyon şeraitçi yine olacak anlayacağınız. ve şayet bu denklemi kabul edip, şeraitçi bir insanın eğitim ihtiyacını baltalamayı vazife edindiysek, bu ülkedeki yaşama haklarına neden müdahale etmiyoruz? o halde, ''eğitim göremessin ama nefes alabilir, mc donald's'tan menü yiyip, starbuck's'ta kahve içebilirsin'' demiş olmuyor muyuz? ve son olarak bunlara evet diyorsak[ki evet dediğimiz, hala aramızda olduklarından dolayı aşikar] tek derdimizin yukarıda saydığım bütün bu eylemleri cahil olarak yapmalarını istiyor olmamızdır. ''yani ortalıkta dolaşabilirsin ancak cahil olman koşulu ile!'' demiş oluyoruz.
bir garip ülke burası. türban yasağının[laiklikten dolayı] başı çeken savunucusu olan chp'nin başkanı, grup toplantısına kuran getirip, türban'ın kuran'da geçmediğini beyan ediyor. laik bir ülkede, kuran-ı kerime göre içtihad yapıp, yine laik bir ülkede ''kitapta olmayan örtünün nasıl olup da üniversite'ye gireceğini'' tartışıyor. ve sonra da ''adam ne yapıyorsun sen'' diyen birisi çıkmıyor. dini bir hükme göre yasa konulamayacağını savunan bir partinin grup toplantısında, ''bak kardeşim kuran'da böyle bir başörtüsü şekli yok'' diyen bir başkan... sonra sen laik oluyorsun, yasağa muhalif olan şeriatçi! ne güzel istanbul be.