kanunkoyucu'nun halk denen ne idüğü belirsiz yığını adam yerine koymadığının en belirgin kanıtlarındandır bu soğutma türü. bazen düşünüyorum da, hani ceza hukuku gibi bir de ödül hukuku olsaydı da; birini ölümden kurtarana 10 altın, yaralıyı hastaneye götürene 5 altın filan verilseydi... halkı askerliğe ısıtan savaş şakşakçılarına ne bedel biçerdi kanunkoyucumuz? paradoksal biçimde, öldürmeyi teşvike prim vermek zorunda kalırdı. allahtan yok böyle bi' hukuk dalı.

biraz akıl izan lütfen. ordu millet olduğu yüzyıllardır söylenegelen halk, atıyorum bülent ersoy denen şahsiyetin birkaç cümlesi ile askerlikten soğuyacak (bu soğuma kavramına da aşağıda yer vereyim) ve ordu millet sıfatını zayi edecek öyle mi? kargalar bile güler buna. halkını bu kadar aptal; manipülasyona bu kadar açık gören başka bir kanun var mı yeryüzünde? varsa bile bana ne! benim hayatıma burnunu sokan kanun böyle olmamalı!

ifade özgürlüğüne inen en büyük darbelerden biridir bu suç. peki bir beyanın halkı askerlikten soğutup soğutamayacak nitelikte olduğunu nasıl tespit edecek mahkeme? herhalde atayacağı bilirkişi, anket şirketleri ile koordine biçimde çalışıp halk'ın arasına inecek tebdil-i kıyafet. ve soracaklar:

-siz bülent ersoy'un demeciyle askerlikten soğudunuz mu?
+hanfendi ben zaten soğusam ne soğumasam ne, gelmişim 65 yaşına. emekli ve dul bir kadınım. benim askerlikle ne işim olur?

insaf ya. laiklikten şundan bundan dem vuranlar niye çıkıp böyle saçma suçlara karşı durmuyor anlamıyorum. dökülsenize bülentciğim ersoy için de sokaklara! düşündüğünü söylemiş işte. anne olamayacağı bilinen bir insanın "oğlum olsa askere göndermezdim" demesinden ötürü; doğmayacak çocuğa kefen biçiyor ulu devletimiz. hey yavrum hey be!

yalnız dikkat etmek lazım bu soğutma işini yaparken. malum ani ısı değişiklikleri fiziksel yapıda değişmelere, örneğin sabahları uyanılan dört duvar arasının birdenbire parmaklıklı pencerelere sahip olmasına sebebiyet verebilir. o yüzden halkın anlamayacağı bir dille yapmak lazım. rezil halk! aşşalık mallar.
meşhur hergelerden matrak-ı kalemlerden jaroslav haşek'in kaleme almış olduğu aslan asker şvayk romanında söyle bir ibare geçerdi. 'savaşa gitmeyiz biz savasin içine sicariz biz'

şimdi dereden tepeden konusurken laf dönüp dolaşip edebiyata gelse bu romani anlatırken ve salık verirken en güzel çevirisinin zeyyat özalparslan çevirisi olduğunu, sahaflarda ölü esek parasına satın alınabileceğini engin yayıncılık cikardiği baskiyla bulunabileceğini söylesem, askeri rahip otto katz'i anlatsam, bertolt brecht'in svayk karakteri üzerine svayk ikinci dünya savasinda adli bir oyun yaptiğini, esas svayk'in selahattin hilav cevirisi ile oyunlastirildiğini ve genco erkal'in hakkıyla o rolu yerine getirdiğini söylesem herhalde pek muhterem vatandasin teki 'savasa gitmeyiz biz savasin içine sicariz biz' cümlesini ayiklayarak en yakın cumhuriyet savciliğina bu suctan dolayi sikayet eder beni.

eh bütüne değil de ayrintiya bakmak ve ayrintinin bir damlasinda firtinalar kopartmak bizim gibi treni kacirmiş bir irkin ahvali olan kavimlere yakısır.

ince nüanslari görmektense komple muamele gören hayvanli sokağin iscisi özel muameleciler gibi kanunlarla yaşamak zorunda kaliyoruz.

demokrasi diyoruz popilizm batakliğina ve avantalara kostugumzdan askeri mudehalere maruz kaliyoruz.

sol'un izmleri diyoruz ortak noktayi ferdi tesebbüsler yükselticeğimize kalitesi düsük ortak noktalar hedefleniyor. üstüne üstlük diyalektik materyalizm duraganlastirip amip gibi bölüne bölüne zaten ufacik olan paydayi iyice bölünüyor. eh bu suretle -kusura bakmayin beni anlayacağinizi düsünüyorum- bir halt olmuyor. bilimsel düsünce olmadan bu iş olmaz. olsa olsa bilmem ne barda cav bela söylenerek entel muhabbetlerle aksamcilik yapilir.

islamcilik diyoruz. allah sevgisi üzerine değil de vahabi islamini uygulamaya calisiyoruz. yaradilani sev yaratan ötürü dusturunu coktan unuttuk. o sadece edebi metinler kitaplarinda küflenmiş bir vaziyette kaldi.

en cok vatanımı ben seviyorum kavgasina girmiş olan odaklara bakinca gülmekten baska gelmiyor elimden. ittihatcilarin tarihsel avanaklarini okumak hoş geliyor ama birebir görünce ve bunun faturalarini seve seve ödemek zorunda kalinca biraz tuhaf oluyor.

bilgiyi değilde tapinmayi, gardroplugu, hazir lopculuğu, çözüm değil çözümsüzlüğü secenler cogunlukta ne yazik ki.

bunlara karsi en ufak pazarlik gereği makul oldugunuz vakit bunu zayiflik olarak algilayip yüzsüzlük ettikleri için şeytana uyup bir şaplak atmamak için kendinizi zor tutuyorsunuz.

turist olarak rahat rahat elde edeceği bir topraği tank tüfekle alma gereksinimi duyulmayan cağin daha acilis sekansindayiz. fakat yazimizin basinda belirttiğimiz gibi treni kacirdiğimiz için hala militarizm'i ve jakobenliği hala bayrak yapmakta.

eh madem lafi götünden anlayanlar cogunlukta biz de o vakit gestus yapalim.

'generalim tankınız ne güclü'

gerci bu kuru kalabaliklar bunu anlamaz ya, olsun arif olan anlar ama onlarda gitgide tükenmekte ve yazik ki dingillesme dalgasina delirmemek için büyük mucadele vermekteler.