dua

joseph heller'a sormuşlar: "catch 22'dan sonra neden benzer başarıya sahip bir roman yazamadınız?"

joseph heller ile karşılıklı oturup havadan sudan muhabbet etmişliğimiz, mesela matbaanın türkiye'ye geç gelişiyle günümüz yobazlığı arasında bir alaka kurabilmişliğimiz yok ama sanıyorum buna olan cevabını bütün vakurluğu ile vermiştir: "başkası yazabildi mi?"

öğrenciyken bir arkadaşım, örneğin ertesi gün çok önemli bir sınavı olduğunu söylediğinde ona ne diyeceğimi hiç bilemezdim. ama yine de ağzımdan gece onun için dua edeceğimi belirten gevelemeler çıkardı. her nedense insanlar için yapabileceğim en kıymetli şeyin onlar için dua etmek olduğu hakkında çılgın bir fikir edinmiştim. işi daha da ilginçleştiren şey benim aslında dua etmeyen bir insan oluşumdur. düpedüz yalan söylüyordum insanlara onlar için dua edeceğimi söylediğimde. aslında onlar için dua etmeyişim onları önemsemediğimden değildi. aksine kesinlikle büyük bir gösterişle önemsediğim insanlara sallardım ben böyle yalanlar.

dua ederken nereye bakmamızın gerektiği benim en çok takıldığım noktaydı, ki hala öyle. sadece bu yüzden dua edemiyorum belki de. tanrı'yı gökyüzünde sanmak bize orta asya'dan kalan bir hikaye. gözleri kapatıp dua etmek ise, gözlerimizi kapattığımızda kendi başımıza kaldığımıza dair yanlış bir inanışa ait. kafasını kuma sokan devekuşları gibi.

bu yüzden dualarımı yazmayı seçiyorum. aralara gizliyorum.

mesela benim aşklarım hep az farkla üstten aut olmuştur.

bir kıza aşık astrofizikçiler el kaldırsın.
demek istediğim,
kulağımı dayayıp bir kayaya,
motorunun sesini dinlemek istiyorum,
öğretmenimin de dediği gibi
kendi etrafında dönmekte olan dünyanın

mesela ben bir kıza şiir yazdım mı, o şiir daha kalabalık şehirlere taşınır. kadıköy'ün barlarında birkaç cılız yankıdan sonra kendi üstüne sönümlenir. ben bundan sıkılıp başka bir kıza şiir yazdığımda, daha lüks mahallelere, rezidanslara tırmanır. el emeği, göz nuru, ısı izolasyondaki üstün nitelikleri ile öne çıkan tuğla duvarların arasından geçip, asla göremeyeceğim, annesi güzel, babası çirkin mi çirkin, menderes mi menderes bir bebeğe ninni olur. bazen de bir kıza şiir yazdım mı, mor kara bir bayrak olur o şiir, feministler arasına bir küfür gibi düşer.

kısacası ben bir şiir yazdım mı, duadan öte herşey olur o. bir tek dua olmamıştır. agnostiklerin duası da bu kadar olur zaten. fazlasını beklemek bir lezbiyeni nikah masasına oturtmayı düşünmek kadar anlamsızdır.

odamın etrafına saçılmış tüm devrimi toparlayıp devrime bir şiir yazdım mı, gericiliğe karşı tek çarenin izmir iktisat kongresi olduğunu düşünen arkadaşlarım beğenir en çok, ne alakaysa. yerine gitmez asla. düz yazı tercümesiyle:

kara kızıl bir bulut çökecek göz alan şehirlere. kan yerine limon kokuları akacak nehirlere ve bilumum ebatta akarsulara. eylül yine ağustostan sonra gelecek, ona diyecek yok. gece yarısına kadar televizyon izleyebilecek çocuklar, komşu kızıyla oyuncaklarını paylaşırlarsa eğer. ekimden önce eylül olacak yine. ve isterlerse yine istediğine aşık olabilecek şairler, rençberler, doktorlar, kalıpçılar ve diğer sanayi kolları. her senenin dokuzuncu ayı eylül olacak yine. deriler, kanlar ve genler önemli olmayacak. üçgenler, dörtgenler ve beşgenler olacak bazen. en çok da iki kişi arasındaki en kısa yol olacak aşk.
bir kıza aşık astrofizikçiler el kaldırsın dedikten sonra walt whitman'ın şu şiirine rastladım. konuyla çok alakalı. her şiir, şairinin anadilinde güzeldir bu yüzden türkçeye çevirmek gibi bir fırlamalık yapmayacağım.

hayatını deneylerle geçiren insanların, evreni herkesten önce deneyip anlamaları üzerine sayfalarca yazabilirdim. 30 kupon yerine geçen mega kupon gibi bişey bu şiir.

===when i heard the learn'd astronomer===

when i heard the learn'd astronomer;
when the proofs, the figures, were ranged in columns before me;
when i was shown the charts and the diagrams, to add, divide, and measure them;
when i, sitting, heard the astronomer,
where he lectured with much applause in the lecture-room,
how soon, unaccountable, i became tired and sick;
till rising and gliding out, i wander'd off by myself,
in the mystical moist night-air, and from time to time,
look'd up in perfect silence at the stars.