yıldızlardan önce sarı tapınak olduğu tahmin edilen bir yıkıntıyla adlandırılır gökyüzü yıllıklarında. kuzeye giden trenden atlamıştır, masmavidir ve değnek kadar ince, gençten bir mimarın kitabından uzaklaşır sessiz, sefasız, parmak uçlarıyla.

işıldamak nedir ki cihanı tutan kuvvetle dövülmüş demirinden, hem sarkar mı bir nefes alımlık penceresinden şapkası sabahtan bir köşe... yoksa düpedüz intihar mıdır az uzakta göz kırpan bir ağaçlıkta yaşamaklara, bilinmez. haber verilmiş ay düdükleriyle canhıraş civar kasabalar kentler tutuşmuştur kendiliğinden, sularını tüketir büyük balıkların, pullarına küser parıltılarına küser saklanır kumuna... yok ki hiç nefes artık diplerde durulur akıntısı krallığın, ne nam ne ün... bulunur cebinde faris kuseyri şiirleriyle.

kün!

şu gecelerde tozu var ayrılığın, şu gecelerde nehirlere akar onun gözünün yaşı. toplar ne varsa yüzünde sinesinde. diyelim bitmez bir konuklukla damar damar aklığına oturmuş gül gözlerini toplar, toplar çengeller geçirilmiş kanlı yanaklarını ve çeker kollarından söz bilmez perçemini dudaklarının üzerine. mesafeler açıldıkça birbirine daha çok yaklaşan kuşlara kapalı çöllerde tek vaha uğruna iç içe geçmiştir istekleri, hayallerini ilkinden başlar buluşturmaya ve kesilir kulakları tozun rüzgardaki raksına.

ve diyelim kesilsin tam orta yerinden aydınlık güz, kara satır insin işte kol işte boyun ve işte gittikçe eriyen kışıyla o gövde. çürümüşken her devrin yosunu taşı ve kapkara bir hatırada bembeyaz köpüklerin daima kayboluşuysa ölüm.

bugün!

yıldızlardan önce sarı tapınak olduğu tahmin edilen bir yıkıntıyla adlandırılır gökyüzü yıllıklarında. kuzeye giden trenden ileriye atılmıştır bir mimarın kenti olmak adına.
duy sesimizi yarının vadisi.
köklerinden söküp yuvarlıyoruz sana göz nehri bakan ağaçlarını.
gölgede ceplerimizden düşen kağıt parçasına çizdiğimiz sınırları tarihin,
gecede bir gömlek soluyor üstümüze,
güneşin kandırdığı.

huzursuz olmalar zamanı, duy sesimizi. bütün sığındığımız evlerde ip eğirmekte çağdaşların ve kadın tanıkları, eteklerine kül yağmış bir mısır karışıyor orada. teksirleri dağıtılan oyunumuzu sen de oyna, badirelere kapılan konukluğumuzda fark et ateşini ve kolluklarla gelsin devrinin saltanatı... en güzel vaktinde mutlu bir ton, bir yanlış dilekçenin geri dönmesi, bir hatanın yok sayılması gibi duy sesimizi. şehrin altını anılarda beliren sancılar çoktan kemirdi.

düş önümüze artık suyu altın çağlıyor korkularımızın.
geriye dönüp değiştirebilme arzusu yenik düşecek inan kapanan dudaklara.
çünkü bir dolu tabaktan dökülen kırıntılar besleyecek
meltemsiz bir akşamdan geriye kalabilenlerimizi.

(sarkis çerkezyan'a...)