büyük şehrin küçük bir evinde, küçücük bir kanepe. kanepenin üzerinde kendisi büyük uykusuz gözleri küçük bir delikanlı. camdan sokağı izliyor. karanlık ve sessizlik çok garip geliyor ona. evlerin ışıkları yanmış, karanlığın içinde ışık yoğunluğu ilgisini çekiyor. yıllar önce bir arkadaşının söylediklerini hatırlattı ona bu manzara: "şimdi yüksek bir yerden bakacaksın şehre. ışıkların dansını oradan seyredeceksin. müthiş bir duygu". yıllar önce söylenen bu sözler bugün büyük bir etki bıraktı delikanlıda. ve kanepeden kalkıp zuladan sigarasını alıp cebine koydu. kendi kendine konuşmaya başladı: " şehrin en yüksek yeri, şehrin en yüksek yeri: şehir kalesi. şehrin en yüksek yerinden bakmak ışıklara. kaleden bakmak şehre, belki olimpos'u kentin, şehir savaşlarının çekim merkezi; mıknatısı, en güvenilir tanığı savaşların." sokağa atıyor kendini delikanlı. karanlık kovmuş sokaklardan insanları. krallığını inşa ediyor an be an. karanlığın krallığına kafa tutanlar da var tek tük. çoğu sarhoş, çoğu deli, çoğu çılgın ve asi yürekliler ve bedenini satanlar bir de tepesinde mavi kırmızı ışıkların yanıp söndüğü otolar. ve tabii kedi ve köpekler. kimi şarap şişesini sallıyor elinde son yudumuna kadar içmek için, kimi kesici aletini sallıyor gecenin delilerine ahkam kesmek için, kimi boya kutusunu sallıyor elinde son zerresine kadar umudu yazmak için. gece ne garip, ne de sessiz.

delikanlı bir sigara çıkardı paketinden, ağzına götürdü. sonra ceplerini karıştırdı, ateş yok. sarhoşun birinden ateş aldı, sigara verdi. yine karanlık, yine bomboş sokak. biraz aceleci bir tavırla yürüyor. gecenin içinde bir tek ses var; tak tuk takur tukur. kundurasının topuğu her adımda konuşuyor gecenin dilsiz karanlığıyla. sigara söndü, sokağın sonu geldi. sokakla caddenin kesiştiği yerden iki kişi çıktı. ona doğru geldiler. sarhoşlar, sallana sallana. sarhoşlar bağıra çağıra. geldiler, geçtiler. "heyy hişşt hemşeriiim. hişşşt baksanaa." sessizce dönüyor. "ne var" sözleri zorla bir araya getiren ağzı, dumanlı başı, genç görünümü, üzgün duruşuyla sarhoş:

-ahmet, ahmeeet ölecek mi?
-anlayamadım
-sence ahmet ölcek mi dedim.
biraz şaşkın biraz ürkek baktı sarhoşa, ne demek istiyordu ki şimdi..
-ahmet kim?
-çocuğum, yavrum kalbi delinmiş. kim deler ki çocuğun kalbini ana karnında. hem doktora götürdüm, ölmez dedi. ameliyat dedi. bir dee..

sustu. gözleri doldu, yutkundu. devam etti: "şuu kadaar parraaa dedii" bunu söylerken kollarını çocuk gibi olabildiğince geniş açtı. sendeledi. arkadaşı kolundan yakaladı onu. "işten de çıkardılar, çıkarmasalardı biriktirirdim." hıçkırarak ağlamaya başladı. delikanlı ne diyeceğini bilmiyordu. o sadece kaleden ışıklara bakmak istiyordu. sarhoş tekrarladı "hemşeriim ahhmet öleecek mii hemşerriiim." sonra arkasını dönüp geldiği gibi bağıra çağıra uzaklaştı. sokakta sesleri yankılanıp karanlığın içinde kayboluyordu. sarhoşun sesine uyanmış meraklı gözler perdelerin arasından nefesini tutarak izliyordu onları. genç adam hemen oradan uzaklaştı.

gece inmişti kente, sessiz sinsi bir geceye kapanmıştı gözler. adımlarını sıklaştırdı, bir sigara daha yakacaktı ki ateşin olmadığını hatırladı. sarhoşlarla da konuşmak, vakit kaybetmek istemiyordu. sigarayı pakete sokuşturdu. uykusu bastırıyor, gözleri küçülüyordu. ama uyumayacaktı. bu geceyi yaşayacak, yüksek bir yerden şehrin ışıklarını izleyecek ve sessizliği dinleyecekti. biraz kızıyordu şimdi kendi kendine bu istek nedeniyle hem de kibritini evde bıraktığına kızdığı kadar. yürüyordu. bu kenti hiçbir zaman böylesine tenha görmemişti. sabahın erken saatlerinde tıklım tıklım dolan sokaklar, korna sesleriyle inleyen caddeler, hayatın günlük karmaşası içinde oradan oraya koşuşturanlar, telaşlı yürüyenler, oyun oynayan çocuklar... sanki bütün kent sihirli bir dokunuşla kimsesiz bırakılmıştı. tabii gecenin krallığına karşı çıkanlar hariç. şimdi bunlar? onları gecenin bu saatinde sokaklara çıkaran neydi? şehrin kalesine iyice yaklaşmıştı. orada yüksek bir yere çıkıp şehrin sokaklarını ve ışıklarını izlemek için sabırsızlanıyordu. kaleye ulaşana kadar bu biraz tehlikeli yolda birkaç kişiyle daha karşılaştı. kimi onu kendisi gibi zannedip selam verdi, kimi sessiz geçti yanından. biri parasından bir miktar "istedi", öteki kimliğini görmek. gereksiz sorularla geçen zaman sıktı onu sonra yine "serbestti". dar bir sokağı girdi, sokağın sonunda kale göründü nihayet. heybet, ihtişam... sokağı geçip görkemli yapının önünde durdu. bakındı bir süre, yanan renkli ışıklarla aydınlatılmış surlar ve bu görkemli sur diplerinde çimenler üzerinde birbirine sokulmuş çocuk yaşta insanlar, genç insanlar. kimi uyuyor, kimi kafasını öne eğmiş düşünüyor. kimi de ellerinde tuttukları saydam poşetlerdeki uçucularla kafayı bulmaya bakıyor. onu görünce en büyükleri oldukları anlaşılan iki kişi ona doğru atıldı. "abi be bize sigara versene be". delikanlı onları süzdü. kimisi okul çağını aşmış, kimisi okul çağında, kimisi de okul öncesi çağda... "kibritiniz var mı?" en yetişkin olanı elini telaşla cebine atıp bir kibrit kutusu çıkardı, salladı. kutunun içindeki "biz buradayız" diyen sesi duydu sırıtarak "var abi be".

genç adam cebinden paketini çıkardı. yetişkin çocuğa birkaç tane sigara verdi. sonra kibrit yandı. önce onun sigarasını yaktılar saygılı bir tavırla. sonra da kendi sigaralarını. kibriti ışığında yüzlerine baktı onların; kir pas içinde, yara bere içinde. kuytu köşeye yaktıkları ateşin başına davet ettiler onu. oturdu. "neden" dedi "nasıl geldiniz" dedi. sorusu biter bitmez hep bir ağızdan konuştu çocuklar sanki yıllarca bu soruyu bekliyorlarmış gibi. hep aynı şeylerdi anlattıkları sürekli karşılaşılan şeyler: "abi evden kaçtım. zengin olacaktım ama..." "abi annem öldü. babam yine evlendi kadın beni her gün dövüyordu ben de.." "abi işyerinde usta anama sövdü. ben de zuladan bıçağı kaptığım gibi.." "arkadaşlarla şöyle yapacaktık ama." "abi şöyle...abi böyle..."... çocuklar durmadan anlatıyordu. genç adam kale'nin görkemini seyre dalmıştı onları duymuyordu bile. bu kadar görkemli bir yapının altında bu kadar sefil yaşamlar.. evden çıkarken kale için yaptığı olimpos benzetmesi şimdi daha çok yerine oturuyor gibiydi. tanrıların görkemli şaşaalı yaşamları ve ezik insanların yaşamları.

-abi daldın gittin bee,
-ha evet... neyse... nasıl çıkabilirim?
-nereye abi?
-olimpos'a.
-ne olimpos'u abi?
-neyse boş verin ben göreceğimi gördüm. gitmem gerek.
-yine gel abi sen bizimle konuştun. bazıları...

gece çökmüştü şehre ve açığa vurmuştu şehrin kirini pasını, çocukların yüzlerinde, sarhoşun çığlığında ele vermişti şehrin tüm eşkıyalıklarını. o göreceğini görmüştü şehrin sokaklarını da ışıklarını da! evine doğru yürümeye başladı. hava aydınlanıyordu. sokaklar yavaş yavaş insanlarla, arabalarla dolmaya başladı. ilk otobüs sonra ilk dolmuş tıklım tıklım. işlerine gidenler, işyerlerini açanlar, ev önlerini süpürenler. gece kalkmıştı şehirden sessiz sinsi bir uykudan uyanıyordu gözler birer birer. bir sigara çıkardı cebinden ağzına götürdü. ateş yoktu. sigarayı pakete sokuşturdu, gülümsedi ve yürüdü...